Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin (TİM) açıkladığı haziran ayı İhracat Pazar Monitörü, sadece bir istatistik tablosu değil; Türkiye’nin ihracatının karşı karşıya olduğu yeni riskler ve fırsatlarla dolu bir fotoğrafı ortaya koyuyor. Raporun işaret ettiği talepteki yavaşlama ve dayanıklılıktaki sınırlı artış, Türkiye ekonomisinin ihracata dayalı büyüme stratejisinin sürdürülebilirliği hakkında ciddi sorular uyandırıyor.
Bu veriler, yalnızca mevcut tabloyu anlatmakla kalmıyor; aynı zamanda küresel ekonomide yaşanan dalgalanmaların, jeopolitik gerilimlerin ve iç dinamiklerin Türkiye’nin dış ticaret performansına nasıl yansıdığını da somut olarak gösteriyor.
Talepteki düşüş: Küresel soğuma mı, yapısal sınırlar mı?
Haziran ayında İhracat Talep Endeksi, bir önceki aya göre %0,6 ve geçen yılın aynı ayına göre %0,5 gerileyerek 99,8 puana düştü. Bu, uzun dönem ortalamasının altında bir seviye. İlk bakışta bu düşüş, küresel risklerin ve ekonomik yavaşlamanın doğal bir sonucu gibi görünebilir. Ancak daha derin baktığımızda, Türkiye ihracatının belli başlı pazarlara ve sektörlere bağımlılığının da bu kırılganlıkta rol oynadığı net bir şekilde ortaya çıkıyor.
Türkiye, özellikle Avrupa Birliği pazarına yüksek oranda bağlı. Avrupa’da faizlerin hâlâ yüksek seyretmesi, tüketici güvenindeki dalgalanmalar ve sanayi üretiminin zayıf kalması; Türkiye’nin ihracatını doğrudan etkiliyor. Üstelik sadece coğrafi değil, ürün çeşitliliği açısından da benzer bir darlık göze çarpıyor: otomotiv, tekstil ve hazır giyim gibi sektörlerin toplam ihracattaki payı hâlâ çok yüksek.
Bu durum, küresel talepteki en küçük bir düşüşün bile Türkiye ihracatında hızlı bir dalgalanmaya neden olmasına yol açıyor. Bu tablo, yapısal olarak çeşitlenmenin hâlâ yeterince gerçekleşmediğini gösteriyor.
Pazar dayanıklılığı: Gerçek bir toparlanma mı, geçici bir teselli mi?
TİM’in açıkladığı Pazar Dayanıklılık Endeksi, geçen yılın aynı ayına göre %0,9’luk bir artış göstererek 100,7 puana çıktı. Ancak bu artış, bir önceki aya göre %0,3’lük bir düşüşe de işaret ediyor. Yani dayanıklılık artıyor gibi görünse de hareket hâlâ sınırlı ve inişli çıkışlı.
Pazar dayanıklılığı, ihracat yapılan ülkelerin ekonomik ve politik risklere karşı direncini gösteriyor. Körfez ülkeleri, Orta Asya ve Afrika pazarlarında artan ihracat potansiyeli bu endeksi destekliyor. Ancak küresel risklerin çok yüksek seviyede kalması (örneğin, Kızıldeniz’deki gerilimler, Avrupa-Rusya hattındaki siyasi kriz, Orta Doğu’daki belirsizlikler) genel dayanıklılığın istikrarlı bir şekilde yükselmesini engelliyor.
Asıl soru: Bu dayanıklılık kalıcı mı? Yoksa yeni pazarlardaki dönemsel fırsatların sağladığı geçici bir yükseliş mi?
Bu fark, önümüzdeki aylarda Türkiye’nin dış ticaretinde gidişatı belirleyecek kritik unsurlardan biri olacak.
Yorum: Türkiye ihracatta yeniden yol ayrımında
Bu veriler, Türkiye ekonomisinin ihracata dayalı büyüme stratejisinin bir yol ayrımına geldiğini düşündürüyor. Çünkü küresel belirsizliklerin yüksek olduğu, talebin zayıf seyrettiği bir ortamda eski reçetelerle ilerlemek artık yeterli değil.
Daha açık ifade edersek:
Kısa vadede, mevcut pazarların canlanmasını beklemek riskli.
Uzun vadede ise katma değeri düşük, emek yoğun üretime dayalı ihracat modelinin sınırlarına dayanmış durumdayız.
Dünya ekonomisinde yeşil dönüşüm, dijitalleşme, sürdürülebilir üretim ve teknoloji yoğun ürün ihracatı gibi büyük değişimler yaşanıyor. Türkiye’nin bu yeni döneme hızlı ve kararlı şekilde uyum sağlaması, ihracatın yalnızca hacmini değil, kalitesini ve birim değerini artırmak için kritik.
Yapılması gerekenler: Sadece yeni pazar değil, yeni ürün ve yeni strateji
TİM’in raporunda da dolaylı olarak vurgulanan gerçek şu: yeni pazarlara açılmak elbette çok değerli, ancak tek başına yeterli değil. Asıl değişim, ihraç edilen ürünlerin niteliğinde ve markalaşmada gerçekleşmeli.
*Katma değeri yüksek ürünler: Teknoloji, savunma sanayi, yazılım ve tasarım ürünleri gibi alanlara daha fazla yatırım.
*Yeşil ihracat: Avrupa Yeşil Mutabakatı gibi küresel düzenlemelere uyum sağlayarak, çevre dostu ürün ve üretim süreçleri geliştirmek.
*Dijital dönüşüm: E-ihracat ve dijital pazarlama kanalları ile daha geniş bir müşteri tabanına ulaşmak.
*Tedarik zincirine entegrasyon: Küresel firmaların tedarikçisi olmak yerine, kendi markalarıyla pazara girmek.
Son söz: Dirençli ve sürdürülebilir ihracat için hızlı adımlar şart
TİM’in açıkladığı veriler; bir yandan küresel dalgalanmalar ve risklerin ihracatı zorladığını, diğer yandan ise Türkiye’nin pazar çeşitliliği ve dayanıklılık konusunda bir miktar ilerleme sağladığını gösteriyor. Ancak mevcut artışın kırılgan olduğu da çok açık.
Bu yüzden ihracatın sürdürülebilir ve güçlü olması için, kısa vadede risk yönetimi; orta ve uzun vadede ise dijitalleşme, markalaşma ve yüksek katma değerli üretim odağında, somut ve hızlı adımlar gerekiyor.
Eğer bu adımlar atılmazsa, Türkiye’nin ihracat büyümesi; küresel ekonomideki en küçük bir soğuk rüzgârda bile kırılganlaşmaya devam edecektir. Ama eğer fırsat iyi değerlendirilirse, dünya ekonomisindeki değişen dengeler Türkiye için gerçek bir avantaja da dönüşebilir.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar
[email protected]