OECD’nin Ekim 2025 verileri, Türkiye ekonomisinin dünya ile arasındaki makasın ne kadar açıldığını bir kez daha gözler önüne serdi. Yıllık enflasyonun yüzde 32,9 ile 37 OECD ülkesi arasında açık ara zirvede yer alması, artık geçici şoklardan çok daha fazlasını anlatıyor: Türkiye fiyat dinamiklerinde yapısal bir kırılmayla karşı karşıya.
Avrupa ülkelerinin neredeyse tamamında enflasyon, pandemi ve savaş sonrası dönemin olağan dışı baskılarından temizlenerek yüzde 1–4 aralığında seyrederken; Türkiye’nin hâlâ çift hanenin çok üzerinde, hatta dünyanın en yüksek enflasyon oranları listesinde yer alması, ekonomik tartışmaların merkezine yeniden “fiyatlama davranışları”, “kur geçişkenliği” ve “beklenti yönetimi” gibi kavramları taşıyor.
Bu tabloyu doğru okumak için hem Türkiye ekonomisinin yapısal sorunlarını hem de küresel konjonktürü birlikte değerlendirmek gerekiyor.
Pandemi Sonrası Normalleşme Dünya Genelinde Tamamlandı, Türkiye’de Neden Tamamlanamadı?
2021–2022 döneminde dünya ekonomisinin büyük bölümü yüksek enflasyonla sınanmıştı. Tedarik zinciri kırılmaları, enerji piyasasındaki şoklar, ABD ve Avrupa’nın genişleyici mali politikaları bu süreci beslemişti. Ancak 2023’ten itibaren küresel merkez bankalarının agresif sıkılaşma adımları, ekonomilerin yavaşlaması ve enerji fiyatlarındaki geri çekilme, enflasyonun hızla düşmesini sağladı.
Almanya’da enflasyon yüzde 2,3, ECB’nin hedefiyle uyumlu.
Fransa’da yüzde 0,9, neredeyse fiyat sabitliği anlamına geliyor.
Birleşik Krallık’ta yüzde 3,8, Brexit sonrası döneme kıyasla belirgin bir iyileşme.
Bu ülkelerde fiyatların “normalleşmesi”, hem para politikasının güvenilirliğini hem de piyasa aktörlerinin beklenti kanallarının düzgün çalıştığını gösteriyor.
Türkiye’de ise aynı dönemde farklı bir hikâye yazıldı. 2021–2023 arasında uygulanan alışılmışın dışında genişleyici kredi politikası, politika faizinin enflasyonun çok altında tutulması ve döviz kurunun hızla değer kaybetmesi, ekonomide hem güven hem de fiyatlama davranışları açısından kalıcı bir bozulma yarattı. Para politikasındaki son bir yıllık sıkılaşma ise bu yapısal bozulmayı henüz tam olarak tersine çevirebilmiş değil.
Yüksek Çekirdek Enflasyon: Sorunun “Geçici” Değil “Yerleşik” Olduğunu Gösteriyor
OECD verilerine göre Türkiye’nin çekirdek enflasyonu yüzde 22 düzeyinde. Çekirdek kalemler gıda ve enerji gibi oynak fiyatları dışarıda bıraktığından, ekonominin “gerçek” fiyat eğilimini en net gösteren göstergelerden biridir.
Çekirdek enflasyonun bu kadar yüksek olması, birkaç kritik sorunu işaret ediyor:
Fiyatlama davranışları bozulmuş durumda.
Şirketler maliyet artışı olsun ya da olmasın fiyat ayarlamalarında “geleceği tahmin ederek” hareket ediyor. Bu davranış, enflasyonun kendi kendini besleyen bir mekanizmaya dönüşmesine yol açıyor.
Talep hâlâ güçlü.
Gelir artışlarının enflasyona paralel devam etmesi ve kredi mekanizmasının tamamen kapanmamış olması, talep yönlü baskıları canlı tutuyor.
Hizmet enflasyonu yapışkan.
Kira, ulaşım, eğitim ve sağlık gibi hizmet fiyatları Türkiye’de hem maliyet hem de beklenti kanalıyla çok daha yavaş düşüyor.
Bu nedenle çekirdek göstergelerde bir iyileşme olmadığı sürece genel enflasyonda kalıcı düşüş beklemek gerçekçi değil.
Enerji Fiyatları: Kur ve Vergi Kanallı Bir Şok
Türkiye’nin enerji enflasyonu yüzde 29,2. Küresel petrol fiyatlarının 2022’deki zirvelerden belirgin şekilde gerilediği bir ortamda bu oran özellikle dikkat çekiyor.
Bu ayrışmanın temel nedenleri:
Döviz kurundaki değer kaybı: Enerji ithalat faturası doğrudan artıyor.
Vergi ayarlamaları: Akaryakıtta yıl içinde yapılan ÖTV artışları fiyatları yukarı çekti.
Dağıtım maliyetlerindeki artış: Lojistik sektöründeki maliyet baskıları enerji fiyatlarına yansıyor.
Avrupa ülkelerinde enerji fiyatları son bir yıldır geriye doğru hareket ederken Türkiye’de hâlâ yüksek seviyelerde seyretmesi, kurdaki istikrarsızlığın enflasyon üzerinde ne kadar belirleyici olduğunu açıkça gösteriyor.
Beş Yılda Fiyatlar Yedi Katına: Sosyal Etkiler Derinleşiyor
Aralık 2019’dan bu yana kümülatif fiyat artışı yüzde 683,9. Bu, yalnızca ekonomik değil, toplumsal bir kırılmayı da beraberinde getiriyor.
Orta sınıfın erimesi hızlanıyor.
Haneler hayat standartlarını koruyabilmek için tasarruflarını tüketiyor.
Kira–gelir dengesi bozuldu.
Büyükşehirlerde kira artışlarının genel enflasyonun üzerinde seyretmesi, özellikle genç nüfusu zorlar hâle getirdi.
Şirket bilançoları gerçek performansı yansıtmıyor.
Nominal cirolar hızla büyürken reel kârlılık eriyor; yatırım kararları daha zor alınır hale geliyor.
Gelir dağılımı bozuluyor.
Ücretliler ile sermaye gelirleri arasında açılan makas, enflasyonist ortamlarda daha da genişliyor.
Bu tablo, enflasyonun artık yalnızca bir mali istikrarsızlık sorunu değil, aynı zamanda bir refah ve sosyal adalet sorunu haline geldiğini gösteriyor.
Önümüzdeki Dönemde Ne Bekleniyor?
Türkiye’nin enflasyon patikasında gidişatın nasıl şekilleneceği, birkaç kritik değişkene bağlı:
1. Para Politikası Tutarlılığı
Merkez Bankası’nın sıkı para politikasını ne kadar uzun süre ve ne kadar kararlılıkla sürdüreceği belirleyici olacak. Beklentilerin kırılması ancak iletişim ve uygulama tutarlılığıyla mümkün.
2. Kur İstikrarı
Döviz kuru geçişkenliği Türkiye’de OECD ortalamasının çok üzerinde. Kurda istikrar sağlanmadan enflasyonun tek hanelere düşmesi zor.
3. Maliye Politikası
Vergi ayarlamaları, ücret artışları, sosyal transferler ve bütçe dengesindeki gelişmeler fiyat istikrarı kadar önem taşıyor. Sıkı para politikasının genişleyici maliye politikalarıyla “nötralize” edilmesi riski sürüyor.
4. Fiyatlama Davranışlarının Normalleşmesi
Şirketlerin fiyatlama refleksleri ancak belirsizlik azaldığında ve maliyet istikrarı sağlandığında düzelir. Bu, ekonomi yönetiminin güven inşasıyla doğrudan bağlantılı.
5. Yapısal Reformlar
Tarım, enerji, yatırım ortamı, yargı güvencesi, rekabetçilik ve verimlilik gibi başlıklarda ilerleme olmadığı sürece enflasyonun yapısal kaynakları ortadan kalkmayacak.
Sonuç: Ayrışmanın Bedeli Artıyor
OECD’nin son verileri, Türkiye’nin fiyat istikrarı konusunda küresel trendlerden bütünüyle koptuğunu gösteriyor. Bu kopuşun maliyeti ise yalnızca ekonomik değil; toplumsal, kurumsal ve siyasal alanlarda da hissediliyor. Türkiye’nin karşı karşıya olduğu enflasyon tablosu geçici bir bozulmadan çok daha fazlası: Bu, ekonominin derin yapısal sorunlarının bir yansıması.
Kalıcı bir iyileşme için yalnızca faiz artışı değil, güven inşası, mali disiplin ve uzun vadeli reformlar gerekiyor. Aksi takdirde Türkiye, OECD ortalamasından koptuğu bu çizgide daha uzun yıllar ilerlemek zorunda kalabilir.
TÜRKİYE ENFLASYON SIRALAMASINDA OECD ORTALAMASINDA ZİRVEDE
Zafer Özcivan
Yorumlar