Türkiye ekonomisi, büyüme hedeflerini gerçekleştirmek ve küresel rekabette öne çıkmak için güçlü bir üretim altyapısına ihtiyaç duyuyor. Ancak bu üretim altyapısının en kritik ayaklarından biri, ithalat yoluyla sağlanan hammadde ve ara mallar. Özellikle sanayi, inşaat, otomotiv, kimya, tekstil ve enerji sektörlerinde kullanılan hammaddelerin büyük bir bölümü, yurt içinden karşılanamıyor. Bu durum, Türkiye’nin üretim kapasitesini doğrudan ithalat bağımlılığına bağlayan bir tablo ortaya çıkarıyor.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve Ticaret Bakanlığı verilerine bakıldığında, dış ticaretin önemli bir kısmını sermaye malı değil, hammadde ve ara mal ithalatı oluşturuyor. İthalatın bu denli yüksek oranda üretim girdilerine dayanması, ekonominin ithalata dayalı büyüme modelinin önemli bir göstergesi olarak dikkat çekiyor. Nitekim toplam ithalat içerisinde enerji, maden, metal, kimyasal maddeler ve ara sanayi ürünleri başı çekiyor.
Hammadde ve Ara Mal İthalatının Ekonomideki Payı
Türkiye’nin toplam ithalatının yaklaşık yüzde 70’i hammadde ve ara mallardan oluşuyor. Bu oran, ekonominin temel yapısını anlamak açısından oldukça çarpıcı. Örneğin, demir-çelikten plastiğe, petrolden doğalgaza, otomotivde kullanılan motor parçalarından tekstildeki iplik ve kumaşlara kadar pek çok kalemde üretim için gerekli girdiler dışa bağımlı bir şekilde sağlanıyor.
Enerji sektörü bu tablonun en kritik unsurlarından biri. Türkiye, petrol ve doğalgazda büyük ölçüde dışa bağımlı olduğundan, enerji fiyatlarındaki küresel dalgalanmalar doğrudan üretim maliyetlerine yansıyor. Benzer şekilde kimya sektöründe kullanılan petrokimya ürünleri, ilaç hammaddeleri veya elektronik sanayinde ihtiyaç duyulan yarı iletkenler de büyük ölçüde ithal ediliyor.
Bu durum, Türkiye’nin ihracat başarısının da ithalat bağımlılığı ile iç içe geçtiğini gösteriyor. Yani ihraç edilen ürünlerin çoğunun üretiminde ithal girdi bulunuyor. Dolayısıyla ihracatın artışı, belli ölçüde ithalatın da artmasına yol açıyor. Bu kısır döngü, Türkiye’nin cari açığının kronikleşmesine neden olan temel dinamiklerden biri.
İthalata Bağımlılığın Yarattığı Riskler
Hammadde ve ara mal ithalatına dayalı üretim modeli, kısa vadede büyümeyi desteklese de uzun vadede önemli riskler barındırıyor. Bu risklerin başında döviz kuru oynaklığı geliyor. Kur artışları, ithalat maliyetlerini yükselttiği için üretim maliyetleri de hızla artıyor. Özellikle son yıllarda kur dalgalanmalarının sık yaşanması, sanayi sektöründe planlamayı zorlaştırıyor.
Bir diğer risk ise küresel tedarik zincirlerine bağımlılık. Pandemi döneminde lojistik maliyetlerinin yükselmesi ve tedarik hatlarının kesintiye uğraması, Türkiye’deki üreticilerin nasıl kırılgan bir yapıda olduklarını ortaya koydu. Örneğin, otomotiv sektöründe çip krizi nedeniyle fabrikaların üretimi durdurmak zorunda kalması, ithalata dayalı sistemin ne kadar riskli olduğunu net biçimde gösterdi.
Ayrıca enerji fiyatlarındaki oynaklık, dış politik gerilimler ve uluslararası ticarette uygulanan korumacı politikalar da ithalata bağımlı ekonomilerin kırılganlığını artırıyor. Türkiye, üretiminde büyük ölçüde dış kaynaklara bağlı olduğu için bu gelişmelerden doğrudan etkileniyor.
Çözüm Arayışları: Yerli Üretim ve Katma Değer
Türkiye, bu yapısal bağımlılığı azaltmak için çeşitli stratejiler geliştirmeye çalışıyor. Yerli üretimi destekleme, ara malı ve hammadde üretiminde yatırımları artırma ve teknoloji yoğun sektörlere yönelme bu stratejilerin başında geliyor. Özellikle enerji alanında yenilenebilir kaynaklara yapılan yatırımlar, dışa bağımlılığı azaltma yolunda önemli bir adım olarak değerlendiriliyor.
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın "Milli Teknoloji Hamlesi" kapsamında savunma sanayiinde elde edilen başarı, ithalata bağımlılığın nasıl azaltılabileceğine dair önemli bir örnek teşkil ediyor. Ancak bu başarıların benzerini kimya, elektronik ve ilaç gibi sektörlere taşımak, uzun vadeli planlama ve yüksek teknoloji yatırımları gerektiriyor.
Ayrıca üretim zincirinde katma değerli ürünlere yönelmek, ithalata bağımlılığı azaltmanın bir başka yolu. Yüksek teknoloji ürünlerinin ihracat payı artırıldıkça, Türkiye’nin dış ticaret dengesi de daha sürdürülebilir hale gelebilir. Bunun yanında madencilik ve petrokimya gibi stratejik alanlarda yapılacak yerli yatırımlar hem üretim maliyetlerini düşürmeye hem de cari açığı azaltmaya katkı sağlayabilir.
Sonuç: Kırılganlıktan Dayanıklılığa
Türkiye’nin üretimde kullandığı hammadde ve ara malların büyük oranda ithalatla karşılanması, ekonominin hem güçlü hem de zayıf yönünü oluşturuyor. Güçlü yön, küresel üretim ağlarına entegre olmuş bir sanayi altyapısına sahip olunması. Zayıf yön ise bu ağlara aşırı bağımlılığın getirdiği kırılganlıklar.
Gelecekte Türkiye’nin hedefi, dışa bağımlılığı azaltarak üretim çarkını daha dayanıklı hale getirmek olmalı. Bu da ancak yerli üretim yatırımlarının artırılması, teknolojik dönüşümün hızlandırılması ve enerji arz güvenliğinin sağlanması ile mümkün olabilir.
Türkiye’nin sanayi gücü, küresel dalgalanmalara karşı ne kadar dirençli hale getirilebilirse, sürdürülebilir büyüme yolunda o kadar sağlam adımlar atılacaktır. Hammadde ve ara mal ithalatı, bu bağlamda bir zayıflık değil; doğru politikalarla yönetildiğinde, dönüşüm için fırsata dönüştürülebilecek bir alan olarak öne çıkıyor.
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar
[email protected]