Bir insan hiç mi üşenmez, hiç mi unutmaz, hiç mi mazeret beyan etmez! 2005 yılı boyunca her ay aramızda şu diyalog yaşandı; 
-Başkanım ambulans lazım yine.
- Ne zaman, Hangi gün?
- Yarın.
-Tamam, ben sana en kısa sürede bilgi vereceğim.
Aradan bir-iki saat ya geçer ya geçmez, belki ben bile unutmuşumdur ve telefon çalar; “Tamam Eşref Bey, ambulansı görevlendirdim, şoför sizi arayacak!” 
Evet, Esnaflar Birlik Başkanı, merhum dostum, kardeşim, ağabeyim Abdullah Sevimçok’tan bahsediyorum. Babam o günlerde çok hastaydı, sürekli Çavdır’dan Antalya’ya tedavi için gelip gitmesi gerekiyordu ve mutlaka bir ambulansa ihtiyaç vardı. Ve Sevimçok Başkan,  sanki ben onun odasına bağlı bir esnafmışım gibi, inanılmaz bir duyarlılıkla benim ricamı karşılıksız bırakmıyor, ne yapıp edip, derdime derman oluyordu. 
İşin daha da “tuhaf” yanı, siyasi tercihlerimiz de farklıydı. Ben sosyal-demokrat bir kimlik taşıyordum ve CHP’nin Muratpaşa Belediye Meclis üyesiydim, O ise, Ak Parti İl Başkan yardımcısı, yani merkez sağda bir siyasi aktör. Ama tüm bunlar Abdullah Başkan için sorun olmuyordu ve benim derdimi kendi derdi sayıyordu. Kabul etmek gerekir ki, her siyasetçi bu noktada onun gibi ferasetli davranamaz. 
Ama en büyük şoku, Kılıçdaroğlu’na verdiği listede benim adım olduğunu öğrendiğimde yaşadım! CHP’deydim, milletvekili aday adayı idim, 2011 seçimlerinden önceydi, CHP’nin yeni Genel Başkanı Antalya’daydı ve AESOB’un da misafiriydi. O ziyarette söylemiş ve ben bunu daha sonra ve başkalarından öğrendim.  Aradım, “Antalya’ya değer katabilecek birisine referans olmak bizim görevimiz” dedi. “Sizin referansınız benim için vekil olmaktan daha değerli oldu, gururlandım, teşekkür ederim” dedim. 
Kim ne derse desin, ben, sosyal-siyasal mecrada koşturan nazik, iyi niyetli, samimi, insanların derdiyle dertlenen aktörlerin kalbinin çok çabuk yorulduğuna inanıyorum. Ve merhum Abdullah Sevimçok’un da kalbinin bu nedenle ve erkenden yorulduğundan hiç kuşku duymuyorum. Evet, şehirde çok seviliyordu, ama bunun da elbette bir bedeli vardı. Kapısını çalan ve “derdim var” diyen herkesle ilgileniyordu, yetmezmiş gibi 25 bin esnafın derdiyle dertleniyordu. Ve herhalde ilgilenmek zorunda olduğu evi, işi, eşi, çocukları vardı. Şimdi söyler misiniz Allah aşkına, bu zahmete, bu strese hangi kalp uzun yıllar dayanabilir?!
Ve dayanamadı, güzel bir bahar mevsiminin başında, tam da portakallar çiçek açarken, göçtü. Çok erken gitti, henüz 50 yaşındaydı. Koca şehirde sevmeyeni, takdir etmeyeni yoktu. Ben Antalya’da hiç böyle kalabalık bir cenaze merasimi görmedim, mekanı cennet olsun inşallah, ne diyelim. 
Ve ben, Abdullah Sevimçok kardeşimi, ağabeyimi, Turgut Uyar’ın dizeleriyle uğurlamak istiyorum; 
“..ben sorarım bir gün, nasıldır bir müslümanın gömülmesi 
toprak kazılıp yani dünya çözülüp 
ölüme ancak bir yağmur kadar üzülüp, gömülmesi 
ki her müslüman öldüğünde yağmur yağar.”