Bugün Atatürk’ü ölümünün 79. yıldönümünde bir kez daha anarken, kurduğu Cumhuriyet’ten bazı manzaralar aktarmak istiyorum..

Güler misiniz yoksa ağlar mısınız, orası size kalmış..

MİLLETE SAYGISIZLIK

Bu ülkenin ekmeğini yiyen-suyunu içen birinin, bu ülkenin kurumlarının başındakilere hakaret etmesi, dalga geçmesi, saygısızlık yapması bağışlanabilir mi, bağışlanmalı mı?

Hayır  asla bağışlanmamalı..

Çünkü..

O kişileri bu ülkenin halkı seçtiğine göre..

O saygısızlığı yapan kişiler, asıl saygısızlığı bu millete yapıyor demektir..

Öte yandan..

Bu ülke halkının iradesiyle, yani demokratik meşru yollarla görev alanları, çeşitli biçim ve şekillerdeki gayrimeşru yollarla, yani “darbelerle” alaşağı etmek isteyenler, darbecileri hoş görenler hatta onları korumaya kalkanlar bağışlanabilir mi, bağışlanmalı mı?

Hayır, asla bağışlanmamalı..

Çünkü..

Darbecilerden yana olmak, “demokrasiyi inkar etmek” olur..

Darbecileri hoş görmek/göstermek, “hakimiyeti kayıtsız şartsız elinde bulunduran milletin iradesini yok saymak” olur..

Düşünün, bütün bunları bir de “Atatürk’ün partisi”nin bugünkü yöneticileri ve bu partiye oy verenler yapıyor..

Bugün yakalanan/aranan/sorgulanan/yargılanan bu darbeciler, ekmeğini yediği-suyunu içtiği ülkesine ihanet etmekle kalmıyor, bir de Atatürk’ü ve Atatürk’ün partisini kendisine siper ederek, “devletine karşı kabadayılık yapmayı” sürdürüyor..

BİRİ BUNA CEVAP VERSİN

Bu devlet, “devlete karşı suç işlemiş” kişileri sıkıştırdıkça, sıkışanlar ve sıkışanları kollayanlar hep, “ben Atatürkçüyüm” diye feryat ediyor..

Burada anlamakta zorlandığım bir şeyler var..

1- Siyasi anlamda başı dara düşenler, köşeye sıkışanlar, söyleyecek söz bulamayanlar, kendini savunacak haklı bir gerekçesi olmayanlar “neden hep Atatürkçülüğe sığınırlar”?

2- Atatürkçü olunca, sütten çıkmış ak kaşık falan mı olunuyor?

Bir 10 Kasım’da bunların cevabını “akılcı” bir şekilde açıklayacak, bu arada Atatürk’ün partisine de iletecek biri olursa, inanın çok sevinirim..

KILIÇDAROĞLU VE GAZETECİLER..

“Atatürk’ün partisi” deyince, bugün o partiyi yönetenlerin manzarasına da bakmak gerekmez mi?

Star yazarı Ahmet Kekeç’in dünkü yazısı, bu manzarayı çok iyi anlatıyor..

Sadece bir bölümünü aktarıyorum..

Buyurun..

“Gazeteciler üç koldan saldırı altında...”

Bu söz, kaset kumpasıyla CHP genel başkanlığına kurulmuş Kemal Kılıçdaroğlu’na ait...

Grup toplantısında etmiş bu lafı..

Muhtemelen, “Grup toplantıları kendinizi göstermeniz için fırsattır sayın genel başkanım, sallamanız lazım” demişlerdir..

O da sallıyor..

Kendisini, gazetecileri/gazetecilik mesleğini dert edinmiş görüyoruz ve doğrusu çok seviniyoruz..

Bu gazeteci düşkünlüğü olmadık çıkışlar da yaptırıyor kendisine...

Mesela, başka bir grup toplantısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’a çıkışmış, “niye gazetecilere dava açıyorsun kardeşim? Niçin özgür basını susturuyorsun?” demişti..

Sonra da bombasını patlatmıştı:

“Biz iktidara geldiğimizde gazeteciler dava tehdidiyle karşılaşmayacak..”

Bu lafı ettikten iki gün sonra da “koşar adım” savcılığa gidip bu satırların yazarı hakkında iki adet ceza davası açtırmıştı..

Şimdilik “hapisle cezalandırılmamı” istiyorlar..

“YALAMACI” YAZARLAR

Biliyorsunuz..

Bir de..

Bazı insanlar vardır..

“Düğün evinin tefçisi, ölü evinin yasçısı”dırlar..

Kimi başkan olarak çıkar karşınıza..

Kimi de “Başkan’ın yalaması yazar” olarak..

Kim tuttukları başkan aleyhine bir şey yazarsa, ona saldırırlar..

Üstelik bir de “Atatürkçü” geçinirler..

Bugünlerde bolca var çevrenizde..

İyi bakın, göreceksiniz..

İyi bir düşünün bakalım..

Atatürk bu manzarayı görse, sizce ne söylerdi?