Bir gün oluyor danışan geliyor ve konuya ilk giriş cümlesi şu “Sakın beni değiştirmeye kalkmayın Başak Hanım” 

Neden bu kadar korkuyorsunuz değişmekten? Alışılmışın dışına çıkmak neden bu kadar risk sizin için?

Sahi bu kendini güvence altına almak, sanki hayatındaki her şeyi bildiği gibi yönetme isteği de nedir? 

Yeniliğe açık olmamak ile bağdaştırabileceğimiz gibi, asıl sorunun güvenli alan kurmak olduğunu belirtmek isterim.

Kendimize bir çember çiziyor ve mümkün olduğunca onun içinde hareket etmeye çalışıyoruz. Konu sadece sosyal faaliyet, aynı çevre, aynı mekanlar değil. Hissettiklerimiz bile hep standart.  Zarar görmekten, işlerin planladığımız gibi olmamasından, ödün vermekten, insanların gözünde çizdiğimiz profilin dışına çıkmaktan öyle çok korkuyoruz ki aman farklı bir şey yapmaya görelim hemen hastalıklar buluyor bizi. Sebebi, açık olmamak dış dünyaya. Bildiğimiz yol en iyi yoldur anlayışı, sebebi. Hiç bilmediğini denemekten korkmaktır sebebi.

Fakat bu çok ağır bir yük değil mi? Yaşayana çok daha zor aslında, çünkü kısıtlı bir alanı var. Aynı fanustaki balık gibi düşünün. Nerde duracağı, nerede yüzeceği o kadar sınırlı ve belirli ki gelişmeye açık bile değil. Oysa okyanustakiler öyle mi?  Büyük balığa yem olmamak için bile bir mücadelesi var. Sürekli hareket halinde. Özgürce yüzüyor istediği yerde.  Başka balık grubunun peşine takılıp gidebilir isterse. Seçim şansı var bir kere.  Her rengi görüyor. Sonsuz bir alan. Aynı hayat gibi…

Sınırları olanlar ise mahrum bu özgürlükten. Gelişmekten, sorgulamaktan, zaman zaman kaçmak zorunda olmaktan bile, mahrum. Canlı olmanın en güzel yani değil midir, her an değişmek ve gelişmek. Acılardan bile ders çıkarmak? Aradığımızı bulmak için çaba sarfetmek?

Sen yine kendini koru. Yine sana zarar veren insanlarla arana sınırlar çiz. Olması gereken zaten bu fakat sırf zarar görmekten korkup duyguları yaşamaktan, denemekten çekinme. Yenilenmekten çekinme başkaları tü kaka diyecek diye. Sen geliş, sen büyü en önemlisi sen yaşa. Çok yaşa! Dolu dolu yaşa!