Adamlar dünyanın öbür ucundan kalkıp geliyor. En merkezi yerlerde, en pahalı dükkanları tutuyor, AVM’lerin yiyecek bölümlerinde en geniş yeri kaplıyor. Çuval dolusu kira veriyor.
İş bununla da kalmıyor. Dünyanın reklamını yapıyorlar. Çok titiz ve katı kurallara bağlanmış üretim yöntemleri kullanıyorlar. Self-servisle hizmet veriyorlar ama mutfaklarında bir sürü adam çalıştırıyorlar.
Ve tüm bunların sonucunda dünyanın parasına satılması gerekir diyeceğimiz menülerini 10 liraya satıyorlar. Yani 10 liraya karnımızı doyuruyorlar. Bizler de 7’den 70’e alıp yiyor, sonra da kendimizi batılı zannediyoruz.
Bir de bizim lokantalarımıza bakalım. Adam başı 20 liradan aşağı kalkmak mümkün değil. İçecek ekstraya tabi. Reklam yapmıyorlar. Kiraları daha düşük. İçeride daha az adam çalıştırıyorlar. Tutunanlar tutuluyor. Çoğu kısa zaman içinde kapanıyor. Tutulanlar isim yapıp fiyatlarını ikiye katlıyor.
Sorsanız hepsi kira artışlarından, vergilerden, sigorta primlerinden şikayetçi. Peki siz hiç bunlardan şikayet eden fast-food markası duydunuz mu hiç?
Fast-food zincirlerinin bu başarısı hem kutlanacak hem de ibret alınacak bir konudur. Nasıl oluyor da onca kira maliyetine, reklam maliyetine, personel maliyetine rağmen bu olabiliyor? Cevabı çok basit. Aslında bu cevap onlar niye ileride de biz gerideyiz sorusunun da cevabı. Biz niye 200 yıldır sürünüyoruz da onlar Ay’a çıkıyorlar sorusunun da cevabı.
Anahtar kelime sistematik çalışma. Analitik düşünme. Her şeyin karadüzen değil, hesaplı kitaplı gittiği bir kafa yapısı. İşin sırrı budur. Bu 200 yıldır bizde yok. O yüzden gerideyiz. Onlarda ise 200 yıldır bu var. O yüzden ilerideler.
Aynı kafa bilgisayarı da icat ediyor, en ileri teknolojiyi de. Aynı kafa dünyanın dört bir yanında hüküm süren çok uluslu şirketlere de sahip, hükümetleri yönlendiren otoriteye de. O yüzden kafaları değiştirmeden bir yerlere gelebileceğimize inanmıyorum.