Anadolu kadını kınalı elleriyle yüzyıllar boyunca özen, emek, sabırla ilmek ilmek, dokumaktan hiç vazgeçmemiş nice aşklarını, sevdalarını, hasretlerini, dertlerini, kederlerini, ümitlerini anlatmışlardır eserlerinde. Dokudukları kilimlerde kullandıkları her motife bir anlam yüklemişler. Kilimin renginde, desenlerinde yüreklerinin gizli sesini dile getirmişler. Okur-yazar değillermiş, renkleri kalem, ilmekleri harf, motifleri kelime olmuş yüreklerini dökmüşler kilime. Ayrılık ve aşka dair kimi şairlere, kimi zaman da değme ressamların tablolarıyla yarışan, soyut sanat eserleri üretmişler kınalı elleriyle.
Picasso’nun, ” Benim resimlerim kadar güzel bir şey arıyorsanız, bu bir kilim olurdu” sözü gelir hep aklıma.
Tezgahından tutun da ipliğine, yününe, çözgüsüne ve atkısına hatta boyasına kadar “yüzde yüz el emeği göz nuru” bir dokuma sanatı olmuştur kilim. Kendini dokuyan genç kız veya kadının kınalı ellerinde can bulmuş ve iç dünyasını olduğu gibi yansıtan hikayeler barındırmıştır.
Doğum, ölüm, bolluk ve bereketi dile getiren, yoksulluğu, acıları, sevdaları, özlemleri, hüzün ve umutları anlatan, hayalleri betimleyen türlü sembollerle öz varlıklarının dili olup akmış dokudukları kilimlere.


       Zaman zaman, anlamlı, içsel bir hikâye anlatılır.                               

“Bir gün Yörük beyi obasını gezerken bir çadırın önündeki halı tezgâhına uzun uzun bakmış.
“Bu kilimi dokuyan kızın babasını çağırın bana” demiş.

Kızın babası Yörük beyinin yanına gelmiş. Yörük beyi adama,

“Efendi, kızı gönlündekine ver” demiş.
“Fakirlik cana tak etti beyim, daha zengin bir talibi var” diye cevap vermiş adam.
Yörük Beyi,
“Sevenleri ayırma efendi, kızın gönlü kimdeyse kızını ona ver” demiş ve eklemiş,

“Kızına da söyle bundan böyle bunca al vurmasın yeşile.”  
Adına türküler yakılmış kilim; Bunca alında, morunda, yeşilinde ve motifinde, sevdası dile gelmişken genç kızların, ne yazık ki yok olmak üzere olan bir sanattır artık.