Geçen hafta yine bugün, bu yerde Adrasan’dan başlayan ve gün boyu süren koy gezisini yazmıştım.
“Bakalım haftaya nereye gittiğini yazacaksın” diyen de oldu.,
“Senin yaptığını yapabilen de var, yapamayan da. Ne diye yediğini, içtiğini ve gezdiğini yazıyorsun” diyen de.,
Hatta, “Bizim buralara da gel. Gözünle gör ki, başka yerleri ne kadar abarttığını anlarsın” şeklinde mesaj çekenden tutun da, benim Fethiye Saklıkent Yolu üzerinde, Girmeler Köyü’ndeki kaplıcalarda lokanta işleten halaoğlu Fevzi’nin, “ Yaz geldi geçiyor dayıoğlu. Buraya ne zaman geleceksin” telkininde dahi bulundu.
Ama ben bu hafta sonu yine batı istikametinde soluğu aldım.
Daha doğrusu kılavuzum Sefa Meray tarafından aldırıldım.
O arabayı nereye sürerse, ben arkasında takipçisiydim.
Antalya’nın insan yüzüne hava sıcaklığının ılık ılık vurmaya yüz tutmaya başladığı saatlerde, Liman güzergâhından Altınyaka istikametine döndük. Hisar Çandır’ı geçtik, havanın serinliğini hissettik.
Yol kenarındaki çeşme başında durdu Sefa. Tabi bende. Erik, fasulye ve salatalık satan subaşındaki köylüye, “Buralarda nerede ağız tadıyla piknik yapabiliriz” diye soruyordu.
Eliyle işaret edip, biraz daha gitmemiz halinde piknik yapılabilinecek çok yerin olduğunu söyledi yaşlı satıcı.
Birkaç kilo fasulye ve salatalık aldıktan sonra, düştük yola.
Sefa önde, ben arkada takipte.
Ekiz yaylası tarafında dönüş yaptı.
Yol stabilize.
Arkasında resmen toz teneffüs ediyorduk.
Belli bir yerde durdu. “Burası nasıl uygun mu” diye fikir sormaz mı?
“Onca yol geldik. Bula, bula yamaç üzerindeki ağaç gölgesini mi buldun” cevabını verince, “Herkes arabaya binsin” deyip, 90 derecelik bir U dönüşü yapıp, geldiğimiz istikamete geri döndü.
Söğüt cumasına yaklaşmıştık. Sefa eliyle “Sen gelme” işareti yapıp, sola saptı. Biz yolun kenarında bekliyoruz.
Kılavuzumuz etrafı inceleyip, asayişin berkemal olduğu tespitini yapınca, eliyle gelin işareti yaptı. Çok değil 50-60 metre yolun soluna tırmandık. Bir de ne görelim, Beldibi-Göynük ayaklarımızın altında. Deniz’den gelen esinti anında hissediliyor.
Nevaleleri çıkarttık, Sefa mangalı yaktı.
Elin Sude ile Sefa’nın kızı Melis kendilerini anında çimlere bıraktı.
“Yediğini, içtiğini yazıyorsun” diyenlere bugün nispet etmeyeceğim. Zira menümüzün anası tavuktu da ondan.
Garibanlığın gözü kör olsun!.
“Gariban olan dağ bayır mı gezer” denebilinir?
Önemli olan evde kaldığın halde yaptığın harcamayla bunu başarmaktır marifet.
Piknik, sohbet, gırgır şamata derken vakit su gibi akıp geçmişti. Bu arada Allahtan ki arabanın bagajına bir iki tane mont koymuşuz. Soğuk iliklerimize işlemeye yüz tutmuştu.
Derken toparlanmaya başladık.
Sefa’nın ağabeysi Mesut Meray, Söğüt cumasındaki Gül Montona Otel’i öve öve bitirememişti. Hazır gelmişken gidelim görelim istedik.
Sahibi Emin Gül, 25 yıldır tanıdığımdır ancak, defalarca beni oraya davet etmesine karşın, bir türlü gidip görmek nasip olmamıştı.
Bugüneymiş.
Gül Montana’ya ulaştık. Manzara müthiş. Antalya’da bir çoğunun geceleri havadan topladığı yıldızlı otellerinden hiçbir geri kalır yanı yok Gül Otel’in. Gelmenin hatırına su, meşrubat içip, Emin ağabey ile ayaküstü sohbet ettikten sonra müsaade isteyip tam ayrılacağız.
Sefa’ya, “Geldiğimiz yerden değil de, Kuzdere-Kemer istikametinden dönelim mi. Ben orayı çok merak ediyorum” dedim.
“Tabi, neden olmasın” demesiyle sürdük arabayı ters istikamete.
Yol virajlı ama asfalt.
İlerledikçe sağlı-sollu park etmiş araç sayısı da artıyordu. Kuzdere’yi geçtik, Kemer anayoluna ulaştık.
Aman Allah’ım ne trafik?
O bir şey mi.
Beldibi’ne kadar konvoy halinde geldik de, Beldibi 1. tünel girişinde resmen kilitlendik.
Trafik milim milim seyrediyordu. 7-8 kilometrelik yolu abartmıyorum 45 dakika geçmişti daha bitiremedik.
Ben sana ne diyeyim Karayolları?
Bir daha hafta sonu Kemer’den dönmek mi?
Pazartesi’yi beklemezsen ne olayım?