TV’lerde en çok “dizi” izleyen halkımız, sanatçı kesiminin özüne-sözüne çok değer verir, izler, yaptıklarını veya söylediklerini yapmaya çalışır..
Hatırlayın..
Gezi’de “mesele ağaç değil hala anlamadın mı arkadaş” diyen sanatçı(!) M. Ali Alabora, binlerce kişiyi sokağa dökmüştü..
Yaşananları ve yaşatılanları herhalde unutmadınız..
O “iç savaş”ta istediklerini elde edemeyenler, bugüne kadar “Gezi zihniyeti” belli olaylarda hep hortlatmaya çalıştı..
Ve..
Birkaç gündür de hem Kobani-IŞİD olaylarında, hem de Antalya Altın Portakal Film Festivali organizasyonunda “aynı senaryo” sahneye konuyor..
…
Olayları iyi izleyin..
IŞİD’in Kobani’ye girdiği haberleri üzerine HDP bir açıklama yaparak sokağa çıkma çağrısı yapmıştı..
HDP’nin bu “skandal çağrısı”na destek, “gazeteci” maskesi takan provokatörlerden geldi..
Bu provokatörler, Gezi olaylarında yanlarına çekemedikleri Kürtleri bu kez Kobani olaylarını bahane ederek saflarına çekmeye çalıştı..
Daima bu tür fırsatları değerlendirmeye çalışan CHP’nin gençlik örgütleri de sosyal medya hesapları üzerinden halka “sokağa çıkın” çağrısında bulundu..
Bu arada..
Gezi olayları sırasında çok sık rastlanan meşhur Twitter yalanlarına Kobani eylemleriyle birlikte yeniden start verilmiş oldu..
TT listesine giren "Yaşasın IŞİD" etiketinin altında, bir polis memurunun "yaşasın IŞİD" diye bağırdığına dair iddiaları içeren twitler atıldı..
Twitler, bazı internet siteleri tarafından “uydurma” bir video kaydıyla desteklendi..
Ancak, video kaydında oldukça vahim bir hata vardı..
"Yaşasın IŞİD" diye bağırdığı iddia edilen polis memurunun ağzında o anda gaz maskesi vardı ve maskenin altından, o mesafeden, o sesin, o kadar net çıkması mümkün değildi..
Bunu bile anlamaktan aciz ya da “kurgulanmış” “Vandallar” IŞİD’e tepki bahanesiyle sokakları adeta savaş alanına çevirdi..
Türkiye'nin pek çok yerinde belediye otobüsleri, çöp kamyonları, bankalar, marketler, vatandaşların özel araçları, benzinlikler yakılarak tahrip ve talan edildi..
Daha acısı; 15 kişi hayatını kaybetti..
…
Bunların hepsi, Türkiye’de “huzur” istemeyenlerin kurguladığı bir senaryodan başka bir şey değil..
Oyuncular değişiyor, ama, “amaç” aynı..
“Huzurlu bir Türkiye” istemiyorlar..
Çünkü huzurlu bir Türkiye’nin, “dünyanın süper gücü” olmasından, böylece artık “sömüremeyeceklerinden” korkuyorlar..
Uyanın artık..
Bunlara alet olmayın..
…
Gelelim “ALTIN PORTAKAL”daki sansür meselesine..
Neymiş?
Yarışmaya katılmak isteyen bir belgesele sansür uygulanmış..
Nasıl bir sansür uygulanmış?
Reyan Tuvi adında bir yönetmen, Gezi olaylarının belgeselini yapmış..
Belgeselde “O... Ç... T...” diye bir “küfür” göze çarpıyormuş, o bölüm çıkartılmazsa yarışma dışı kalacağı söylenmiş..
Oysa..
Bu yönetmen kızımız, daha önce katıldığı festivallerde, “sıkıntı olur, hatta ayıp kaçar” diyerek bu küfürlü sloganı sansürlemiş..
Ancak..
Her nedendir bilinmez; kendi filmini “sansürleyen” ve iyi de eden Reyan Tuvi, Antalya’da karar değiştirir, daha önce sansürlediği ifadeyi filmine monte ederek yarışmaya gönderir..
Ve yarışma dışı bırakılır..
Bütün kıyamet de buradan kopar..
Bunun üzerine Reyan Tuvi hemen “O... Ç... T...” ibaresini belgeselden çıkardı ve filmi tekrar yarışmaya dâhil edildi..
Mesele de tatlıya bağlandı..
Ancak..
Bunu fırsat bilen medyanın “Gezi kafalı” kesimi günlerce, “Sansür var.. Benim için Antalya bitmiştir, Altın Koza başlamıştır.. Faşistler.. Lekeli melek” şeklinde yayınlar yaptı..
…
Şimdi o kendini gazeteci ve sanatçı zannedenlere soruyorum:
Sanat küfretme özgürlüğü müdür?
Birilerine “O... çocuğu” deme hakkı elinizden alındığı için mi kıyameti koparıyorsunuz?
Özgür ve yaratıcı kafalarınız, bu kadarına mı elveriyor?
…
Kafa “Gezi kafası” olunca..
Sokaklara ateşe verip insanlara korku salanlarla, sanatı “sokaklara ateşe vermek”le eşdeğer tutanlar arasında hiçbir fark yoktur..
Uyanın artık..
Bunlara alet olmayın..