Ne vakit bu ülkenin geleceğine dair karamsarlığa kapılsam, derhal ve ilk önce türküleri çağırdım imdadıma. Bu topraklar bin yıldır hangi badirelerden geçmiş, hangi belaları alt etmiş, nice zulümlerden sağ çıkmış, hangi acılarda sınanmış, nasıl zafer çığlıkları atılmış, niçin ağıtlar yakılmış…  Bu soruların hepsine türkülerin bin yıllık yolculuğunda yeterince cevap vardır, elbette duymak isteyene.  

Ünlü İngiliz şair W. Shakespeare’ye atfedilen çok güzel bir söz var; “bir ülkenin türkülerini yapanlar, yasalarını yapanlardan daha güçlüdür” diyor şair. Hakikaten büyük söz. Çünkü nihayetinde yasalar o günün, o dönemin, hatta diyelim ki o çağın ihtiyaçlarını düzenlemek için icat olunur. Ama türküler başkadır; bir toplumun yaşamında ve çağlar içinde damlayarak, demlenerek ortaya çıkarlar. Ve çıktığıyla kalmazlar, çağlar boyunca söylenmeye devam ederler.

Bizim kültürümüzden örnek verelim; türküleri sonsuza dek yaşayacak ozanlarımızdan birisi, hiç kuşkusuz, Pir Sultan Abdal’dır, mağdur ve mağrur bir ozan olarak belleklere yazılmıştır. Bir diğer sonsuza dek yaşayacak ozanımız da, yine hiç kuşku yok ki, Karacoğlan’dır, bütün şiirlerinde ve türkülerinde insanın insana olan aşkını, sevdasını, tutkusunu seslendirmiştir. Eğer listeye Köroğlu’nu, Dadaloğlu’nu, Ruhsati’yi, Erzurumlu Emrah’ı, Davut Sulari’yi, Veysel’i, Neşet’i  ve daha nicelerini eklemeye kalkarsam, herhalde sayfalar yetmez. Bu toprak eğer bizlere her şeyiyle güzel bir yurt olduysa, hiç kuşku yok ki bunda saz ve söz ozanlarımızın büyük payı vardır, haklarını ödeyemeyiz.

Ve Antalyamızda da, bu bin yıllık geleneği sahiplenen, benimseyen, çorbaya tuz atan ozanlarımız var, bunlardan birisi de İlyas Şimşek. O da ozanlar geleneğine uygun olarak mahlas kullanıyor, şiirlerini “KULCAN” mahlasıyla yazıyor, pek güzel. Doğrudan Hak’ka ve hakikata kul olmak şeklinde anlıyorum. Bizim tasavvuf geleneğimizde aşıklar, ozanlar, şairler, kendilerini her daim Hak’ka daha yakın hissederler. Öyle anlaşılıyor ki İlyas Şimşek kardeşim de, bu gerekçeyle, bu güzel ve pek anlamlı mahlası tercih etmiş; KULCAN.

Kulcan İlyas Şimşek’in ilk albümü Mühlet adını taşıyor, yanılmıyorsam iki yıl evvel hazırlamıştı. Şimdiki yeni albümü ise “dem bu dem-Kulcan Türküleri” adını taşıyor. Her iki albümdeki eserlerin tamamının sözleri de, besteleri de kendisine ait. Zaten bana göre işin takdire şayan yanı da burası; içine düştüğümüz bu çorak çağda sanatsal yaratıcılık çok kıymetli ve Kulcan İlyas Şimşek, gücü oranında, bu boşluğu dolduruyor.

Yeni albüm için gördüğüm önemli bir hususu da ayrıca belirtmek isterim. Bu albümde bağlamalar ve müziğin alt yapısı, yine hepsi Antalya’da yaşayan, müzik piyasasında başarılarını kanıtlamış sanatçılardan oluşuyor. Yani bu anlamda Kulcan’ın yeni çalışması bir nev’i “Antalya’da yaşayan ozanların imecesi” olarak da karşımızda duruyor, işin bu noktası da çok kıymetli. İlke Türkdoğan, İbrahim Pala, Orhan Gürsoy ve Ali Gezer, halk müziği alanında rüştünü çoktan ispatlamış müzisyenlerimiz. Ve hepsi de Antalya’da yaşıyor, bu şehirde müzik yapıyor ve bu şehrin kültür kazanına yıllardır tutam tutam tuz atıyorlar.

Ve Ozan Can Şimşek, yine sözleri ve müziği babasına ait bir türküyü öylesine güzel yorumlamış ki, neredeyse haddimi aşıp, “babasından daha iyi okumuş” diyeceğim. Baba İlyas Şimşek, bu bin yıllık geleneği şimdiden oğluna da aşılamış görünüyor, ne güzel.

 

Hülâsa; burada gururla, imrenerek, hayranlıkla izlediğimiz bir başarıdan söz ediyoruz. Sözlerimizi bir Kulcan türküsünün dizeleriyle bitirelim;

“Telli turnam neden yüksek uçarsın/ İn de enginleri bir seyran eyle/ Biz haldaşız benden niye kaçarsın/ Çaresiz derdime bir derman eyle/ Varıp hallarımı canana söyle.

KULCAN gurbet elde biçare gezer/ Hasret bir dağ olur bağrını ezer/ Günleri yıl eder tespihe dizer/ Çark-ı zamaneye bir ferman eyle/ Varıp hallerimi canana söyle.”