Sabahları paldır küldür yataktan fırlayıp kendimize bir merhaba bile demeden strese günaydın dememiz hiç kimsenin suçu değil. Yazar ve kişisel gelişim uzmanı Patricia Muradi, “Ne kadar güçlü, kendimizden emin olursak olalım nihayetinde insanız” diyor ve soruyor “Kendinizi motive etmek için 60 saniyeniz de mi yok?” “Doğamız gereği de kabul görmeye, beğenilmeye, motive edilmeye ihtiyaç duyarız” diyen Patricia Muradi, “Büyük ya da küçük, kadın veya erkek hepimiz takdir görmek için yaşar, hatta bunun biz dünyayı terk ettikten sonra da devam etmesi için elimizden geleni yaparız. Bunun da ayıp bir yanı yok” görüşünde. Hayat koşulları çoğumuza ortak problemleri getiriyor.
Toplumbilimci Hiroto’nun çaresizliğe alıştırılan toplum ile ilgili olarak yaptığı deney dikkatimi çekti.  Bakınız, Hiroto o deneyi nasıl hazırlamış. Hiroto deney için beşer kişilik üç ayrı grup oluşturur. Ve üç odaya da yüksek sesli gürültü verilir. Birinci gruptakiler, odadaki gizli düğmeyi bulup bastıklarında gürültü kesilmektedir. İkinci grubun odasındaki düğmelerin hiçbirisi çalışmamakta, gürültüyü kesememektedirler. Üçüncü grubun odasındaki gizli düğmeler ise, gürültüyü kesmediği gibi her düğmeye basışta ses daha da yükselmektedir. Gürültü yayını başladığında, ilk gruptakiler düğmeyi bularak gürültüyü keserler. İkinci gruptakiler bütün uğraşlarına karşın gürültüyü kesen düğmeyi bulamayınca bir süre sonra aramaya son verip, köşelerine çekilirler. Ve çaresizce sesin kendiliğinden susmasını beklerler. Üçüncü odada durum biraz daha sıkıntılıdır. Bu odadaki düğmeler sesi kesmediği ve her basışta daha da arttığı için grup araştırmayı uzatmadan hemen bırakır.
Bu deney aynı gün defalarca tekrarlanır. Sonuç hep aynıdır. Birkaç gün sonra grupların odaları değiştirilir. Ama bu kez her gruba yeni iki tutuklu daha eklenir. Ve deney tekrarlanır. Birinci odadakiler yine hep birlikte düğmeyi ararlar. İkinci odadakilerden eski beş tutuklu gürültü başlayınca yerlerinden kıpırdamaz, sadece yeni gelen iki kişiyi umutsuzca seyrederler. Üçüncü odadakiler gürültüyü hareketsiz ve çaresiz karşılarlar. Ancak, yeni gelen iki kişinin düğme aramasına da izin vermezler. Yeni odayı hiç denemedikleri halde, ses daha fazla yükselir korkusuyla kendileri hareketsiz kaldığı gibi, öbürlerine de engel olurlar. Böylece  birinci odadakiler araştırıcı, dinamik toplumu; ikinci odadakiler öğrenilmiş çaresizlik duygusuyla, hiçbir çaba göstermeksizin sonucu peşinen kabullenen çaresizleri simgeliyor. Üçüncü odadaki eskiler ise, çaresizliği kabullenen, aktiviteye sahip yeni katılanları da durduran bağnaz gruptur. Yenilere, yani gençlere deneme fırsatı bile vermeyen, daha kötüsü gelir endişesi ile zor kullananlardır. Toplumbilimciler bu durumu, toplum tarafından bireylere çaresizlik aktarmak olarak tanımlıyor. Deneyi gerçekleştiren toplumbilimci Hiroto, bütün suçun yöneticilerde olduğunu, insanlara çaresizliğin kasten aktarıldığını iddia ediyor. Bu duruma da, ‘Öğretilmiş Çaresizlik’ deniyor. Ne dersiniz, deney ve Hiroto’nun iddiaları bize, toplumumuz üzerindeki, ekonomik krizler, gelir dağılımı gibi konularda çaresizliğin nedenlerini biraz olsun açıklamıyor mu? Bunu biraz düşünün ve şu sorulara da içtenlikle bir cevap verin. Öyleyse, Türkiye için her şey bitti, bu toplum tükendi mi? Koskoca bir ülke kendini çaresizliğe kurban etmiş olabilir mi?  Görünen bu. Ama ben, umudumu yitirmek istemiyorum.