Ekonomi, siyaset bilimi ve psikoloji gibi birçok alanda insan davranışlarını anlamaya çalışan araştırmacılar, “rasyonellik” kavramını uzun yıllar boyunca temel kabul etti. Yani bireylerin, kendi çıkarlarını maksimize edecek şekilde hareket ettiği varsayıldı. Ancak 1950’lerde ortaya atılan Tutsaklar İkilemi (Prisoner’s Dilemma), bu varsayımın ne kadar kırılgan olduğunu gösteren en çarpıcı örneklerden biri oldu. Oyun teorisinin en bilinen modeli haline gelen bu ikilem, bireysel aklın toplumsal sonuçlar açısından ne kadar “irrasyonel” bir duruma yol açabileceğini gözler önüne seriyor.
İkilemin Temel Hikayesi
Tutsaklar İkilemi, iki suç ortağının aynı anda sorgulandığı bir senaryoya dayanır. Polis, her iki zanlının da suçlu olduğundan emindir, ancak yeterli kanıtı yoktur. Zanlılara şu seçenek sunulur:
Eğer biri suçu itiraf eder (ihanet eder), diğeri ise susarsa, ihanet eden serbest kalır; diğeri uzun süre hapse gider. Eğer ikisi de susarsa, ikisi de küçük bir suçtan kısa süreli ceza alır. Ancak her ikisi de birbirine ihanet ederse, her biri orta düzey bir cezayla hapse girer.
Matematiksel olarak tablo şöyledir:
Her ikisi susarsa, ikisi de az ceza alır (örneğin 1 yıl).
Biri ihanet eder, diğeri susarsa, ihanet eden serbest kalır, diğeri 10 yıl yatar.
Her ikisi de ihanet ederse, ikisi de 5 yıl ceza alır.
Rasyonel bir birey, karşısındakinin ne yapacağını bilemediği için en güvenli yolu seçer: ihanet etmek. Çünkü bu durumda ne olursa olsun kendi zararını minimize eder. Ancak sonuçta her iki taraf da ihanet ettiğinde, ikisi de daha kötü bir durumda kalır. İşte tam da burada “rasyonellik paradoksu” doğar: Her iki taraf kendi çıkarını korumaya çalışırken, kolektif olarak daha kötü bir sonuçla karşılaşırlar.
Rasyonellik ve Güvenin Çatışması
Tutsaklar İkilemi, bireysel rasyonelliğin toplumsal rasyonaliteyle her zaman örtüşmediğini gösterir. Kişi, kendi faydasını maksimize etmeye çalışırken, güven eksikliği yüzünden iş birliği yapmaktan kaçınır. Oysa en iyi toplu sonuç, iki tarafın da iş birliği yapmasıyla elde edilir. Bu ikilem, sadece iki suçlu arasındaki bir sorgudan ibaret değildir; aslında günlük yaşamda, devletler arası ilişkilerden şirket rekabetine kadar birçok alanda karşımıza çıkar.
Örneğin uluslararası ilişkilerde, iki ülke silahlanma konusunda aynı ikilemi yaşar. Taraflardan biri silahlanır, diğeri silahlanmazsa, silahlanan üstünlük kurar. Her ikisi de silahlanmazsa barış korunur; ama güven eksikliği nedeniyle genellikle her iki taraf da silahlanmayı seçer ve kaynaklarını savunma yarışında tüketir. Bu, tutsaklar ikileminin küresel ölçekteki yansımasıdır.
Benzer bir durum çevre politikalarında da görülür. Her ülke karbon salımını azaltmak ister, ancak diğerlerinin sözünü tutacağından emin olamaz. Sonuçta herkes “önce başkaları yapsın” diyerek bekler ve gezegen giderek ısınır. Böylece bireysel çıkar arayışı, kolektif felaketi doğurur.
Oyun Teorisi Açısından Çözüm Arayışları
Oyun teorisi, bu tür paradoksların nedenlerini çözümlemekle kalmaz, aynı zamanda iş birliğinin nasıl sağlanabileceğini de araştırır. Tutsaklar İkilemi, özellikle tekrarlanan oyunlar (repeated games) bağlamında incelendiğinde, iş birliği olasılığı artar. Çünkü oyuncular birbirleriyle sürekli etkileşim halindedir ve bir “itibar” mekanizması devreye girer.
Robert Axelrod’un 1980’lerde yaptığı meşhur deneylerde, farklı stratejiler bilgisayar ortamında yarıştı. En başarılı strateji, “Tit for Tat” yani “Sen ne yaparsan ben de onu yaparım” oldu. Bu strateji, başlangıçta iş birliği yapar, karşı taraf ihanet ederse misilleme yapar, sonra yeniden iş birliğine döner. Böylece karşılıklı güven zamanla inşa edilir. Bu, insan ilişkilerinde olduğu kadar ekonomi ve diplomasi alanlarında da geçerli bir modeldir: Güvenin tesis edilmesi, ancak tekrar eden ilişkiler ve tutarlı davranışlarla mümkündür.
Modern Dünyada Tutsaklar İkilemi
Bugünün dünyasında tutsaklar ikilemi sadece teorik bir model değildir; piyasalarda, siyasette ve toplumsal yaşamda canlı biçimde yaşanır. Örneğin teknoloji şirketleri arasındaki fiyat rekabetinde, firmalar düşük fiyat politikası uygulayarak pazar payı kazanmak ister. Ancak herkes aynı anda fiyat düşürdüğünde, kârlar erir ve sektör zarar görür. Yani bireysel stratejiler toplu zarara dönüşür.
Sosyal medya kullanımında da benzer bir mantık işler. Herkes daha fazla dikkat çekmek için içerik üretir, paylaşır, yarışa girer. Ancak bu, bilgi kirliliğini ve zihinsel yorgunluğu artırır. Sonuçta herkes “katılıyor” ama kimse gerçekten kazanmıyor.
Sonuç: Akıl ve Güvenin Dengesinde Yeni Bir Dönem
Tutsaklar İkilemi, insan doğasının hem rasyonel hem de güvensiz tarafını aynı anda yansıtır. Oyun teorisinin sunduğu bu basit model, bireysel çıkarın sınırlarını, iş birliğinin önemini ve güvenin kırılganlığını anlatır. Günümüz dünyasında ister ekonomi ister siyaset alanında olsun, asıl mesele “nasıl kazanırız” değil, “birlikte nasıl kazanabiliriz” sorusuna cevap bulmaktır.
Gerçek rasyonellik, sadece bireyin değil, toplumun da çıkarını koruyan davranışları seçebilmekte yatar. Tutsaklar İkilemi, bize bu dersi verir: Akıl, tek başına yeterli değildir; güven, etik ve karşılıklı anlayışla birleştiğinde gerçek anlamını bulur. Oyun teorisinin bu klasik modeli, insanlığın hem sınavı hem de pusulasıdır — çünkü her yeni karar, aslında yeniden oynanan bir tutsaklar oyunudur.
OYUN TEORİSİNDE TUTSAKLAR İKİLEMİ
Zafer Özcivan
Yorumlar
Trend Haberler

ANTALYA TRAFİĞİ NEFES ALACAK

Antalya'da yarın hava nasıl olacak? 21 Ekim Salı

Muhittin Böcek hastaneye kaldırıldı!

Serik’te silahlar konuştu: 2 ölü, 1 yaralı

Atatürk Devlet Hastanesi kapanıyor mu? Tarih belli oldu

Drift atarken yakalandı, sonrasında yaptıkları pes dedirtti