Bu yazı sadece meraklısı içindir..

On bir yol arkadaşı bir Cuma vakti, hayatın ve ölümün sahibine divan durmak için yürüdü.

İstanbul’a vardığımızda İlyas Deniz’in kaptanlığında yola koyulduk. İlk durağımız Van kahvaltı salonu oldu. Van’da bu lezzet şölenini yaşamış bir ekip için İstanbul’daki bu deneyim damak çatlatmasa da İstanbul ölçeğinde “işte” dedirten bir sonuç hakimdi. Bu hususta şunu net ifade edebilirim ki, sadece “Van Kahvaltısı” için Van’a gidilse hakkıdır. 

Mercan Mahallesi, Çakmakçılar yokuşunda bulunan Büyük Valide Han’da tarihi solumak, bu mekanda geçmişe şahit olmak bambaşka bir deneyimdi. Bu nasıl kelimelere dökülür net cevabını bulamasam da “zamanı durdurmak” deyiminin ete kemiğe bürünmesini yaşamaktı şahit olduğum. Han’da yaşayanlar sadece zamana meydan okumuyorlar adeta tarihi ayakta tutuyorlardı. Mavi boyalı kapıyı açtığımda beni buyur eden oda bir dervişin sabrıyla selamlıyordu. Geçmişten geleceğe büyülü, tılsımlı bir hava baştan aşağı beni kuşatıyordu. Kösem Sultan’ın hazinelerini emanet ettiği, ticaretin kalbinin attığı bu mekânda heyecan nöbetleri yaşıyordum. Şimdilerde bir başınıza gidemeyeceğiniz, gitseniz de emin olamayacağınız bu mekanda grup olmanın Yasin Erdoğan gibi bir mihmandara sahip olmanın avantajlarını yaşıyorduk. 17. Yüzyıldan 21. Yüzyıla nice hikayeler, kahramanlıklar, yaşanmışlıklar, kazanımlar ve kayıplar bu izbe koridorlarda yaşanmıştı.

Büyük Valide Han’ın içerisinde Nakkaş Hanifi Özbek’e misafir olmak, penceresinden tarihi yarımadayı adeta yudumlamak, Galata’yı özümsemek, Boğazı an be an hafızamıza kaydetmek ve sıcak bir çay eşliğinde muhabbete dem vurmak, kaplumbağa kabuğundan gözlük takmak, fil dişinden yüzük denemek, hat ve nakkaşlık üzerine hasbıhal etmek ömrümüze bereket kattı. Allah var güneşin batışı ve doğuşu için dahi yeniden o mekanda olmayı arzu ediyorum.

Gelelim Nakkaş Hanifi Özbek’i ziyaretimizde hafızamda canlananlara.. Nakkaş denilence minyatürün, süslemenin, duvar resimlerinin bedeninde toplandığına şahit olduğunuz bir bireyden bahsediyorum. Ona bakarken gözlerimde gördüğüm Nakkaşlık’ın ötesinde vefaydı. Şah Kulu Nakkaş’ı O, zikretmeden nakışhanede yetişen Matrakçı Nasuh’u, Levni’yi, Seyyid Lokman’ı, Baba Nakkaş’ı ve nicelerini Fatihalarla ve dualarla zikrediyor gibi bir hali vardı. Kanımca bu meselenin hamileri olan Fatih Sultan Mehmed Han ve Kanuni Sultan Süleyman’ı da her pencereden Marmara’ya baktığında andığını düşünüyorum.

Vakit tamam olunca Sultanahmet bekler bizleri, attığımız adımlar bir veda değil yeni başlangıçların ilanıdır.

Payitahttan payitahta bir umuttur yolculuğumuz. Yol hikayesi sevenler için yaşamaya ve paylaşmaya devam edeceğiz.