Tüm dünyada sıcaklık almış başını gidiyor. Biz bugün klima gibi teknolojik buluşlara rağmen buna dayanmakta zorluk çekiyoruz. Peki eskiden büyüklerimiz sıcakla nasıl başa çıkmışlardı? İzledikleri yollar nelerdi? Doğadan ne öğrenmişlerdi? Biz, günümüzde teknolojiyi doğaya karşı kullanıyoruz ama belki de asıl çözüm biraz olsun onlardan öğrenmekte. Her mevsimin farklı bir güzelliği var ve her mevsimi olduğu gibi kabullenmek önemli. Belki de biz biraz sıcağı da kabullensek her şey daha kolay olur. Ninelerimiz, dedelerimiz sıcakla baş etmeyi doğadan öğrenmişti. Örneğin serçe kuşlarının en çok konduğu ağaç gölgelerini kullanırlardı. Yiyecekler evin altında ve çatı katında saklanırak ağaç dolaplarda muhafaza edilirdi. Dağlardan kar toplanırdı, at ve eşek sırtına yüklenerek önceden kazılmış, etrafı samanlarla örtülmüş kuyulara bastırılarak doldurulur, ardından üzeri toprakla sıkı sıkıya kapatılırdı. Bu karlar, yaz aylarında açılarak ihtiyaç ölçüsünde kesilip kullanılırdı. Gül şerbeti, koruk şerbeti ve reyhan şerbeti en çok içilen içeceklerdendi. Soğuk sularını testiden içerlerdi. Bildiğiniz gibi testi, kırmızı topraktan yapılırdı. Geceleri damda yatılır, taht denilen ağaçtan yapılmış yatakların üzerine döşekler serilirdi. Bu yatakların dört ayağına da tüller bağlanır, geceleri gökyüzünde milyonlarca yıldızın altında uykuya dalınırdı. Sabahları güneşin doğması ile insanlar uyanır ve daha gölgeli serin yerlere sığınırlardı. Köylerde evler kerpiçten yapılır, kerpiçin içi badana edilir, camlar çapraz açılır, esinti evin içinden geçerdi. Büyük şehirlerde ise gölge sıcaktan kıymetliydi. Eskiler ağaç dikerdi evinin yanına: Ceviz, asma, dut ağacının gölgesinden yararlanırdı. Hemen hemen her büyük şehrin kent meydanlarında büyük çınar ağaçları vardı. Hafif öğünler tercih edilir, genellikle zeytinyağlı yemeklerin yanında ayran, cacık, karpuz, kavun, peynir gibi serinleten yiyecekler ve içecekler tüketilirdi. Fazla enerji harcanmaz, sıcak daha kolay tolere edilirdi. Sentetik giysiler yoktu, giysiler pamuktan, ince, açık renkli giyilirdi. Vücut hava alır, terleme doğal yolla serinlemeye yardımcı olurdu. Hemen hemen her yaşlı komşunun başında nemli birisi ıslak tülbentlerle beklerler ve ellerinde yelpaze eksik olmazdı. Belki de en uygun, en ucuz, en pratik de çözüm buydu. Mahalle kahveleri, cami avluları büyük çınar ağaçlarının ve kestane ağaçlarının altında yapılırdı. Günün en sıcak saatlerinde insanlar burada serinlerdi. Örneğin; çok sıcak olan yerlerde buğday sapı ve sudan oluşan soğutucular kullanılırdı. Buğdaya su damlatılır ve buharlaşırken ortamın ısısı alınırdı. Bu şekilde yapılan düzenekler taşınabilir doğal klimalar görevi görürdü. Belki de o zamanlar mevsimler olması gerektiği gibiydi. Evler tek katlı bahçe içindeydi ve kocaman yüksek binalar yoktu. Her tarafta klima motorları, her evin önünde araba egzozlarının saldığı gazlar yoktu. Komşunun bahçesinde ayak seslerinin çıkardığı ahenk vardı. Şimdi ise yan yana dizilmiş insanlar arasında adım atacak toprak değil de betonla sarılmış her yer. Bu da ister istemez sıcaklığın artmasını sağlamakta. Eskiler daha şanslıymış çünkü daha doğal, daha verimli, daha sağlıklı, kış kış, yazı yaz olarak geçiriyorlarmış. Mevsimindeki meyvenin tadına varabiliyorlarmış. Asma ve çınar ağaçlarının gölgesinde sohbet edip serinliyorlarmış. Yere bir kilim serip öğlen uykusunun tadına varılıyormuş. Bir klima kolaylığı olmasa da, en azından daha sağlıklıydı.