Ülkemizde eğitim sistemi yıllardır yamalı bohçaya dönmüş durumda. Her gelen bakan, kendi dönemine damga vuracak bir sistem denemesiyle işe başlıyor.

Sonuç?

Bitmeyen sınav değişiklikleri, karmaşa içinde boğulan öğrenciler, geleceğini belirsizliklere teslim etmiş bir gençlik…

Günümüzde gençlerimiz sınavdan sınava koşuyor. Çocuklukları test kitaplarının arasında, ergenlikleri özel ders ve dershanelerde, gençlikleri ise başarısız eğitim politikalarının gölgesinde heba olup gidiyor. Üniversiteye giren şanslı (!) kesim ise mezun olduğunda hayatın acımasız yüzüyle, işsizlikle karşı karşıya kalıyor. Milyonlarca üniversite mezunu gencin diplomaları duvar süsünden öteye gitmezken, ‘işsiz üniversiteli ordusu’ her geçen gün biraz daha büyüyor…

Tüm bu olumsuzluklardan daha vahim olan ise bu tabloyu değiştirecek siyasi iradenin olmaması…

İktidar, eğitimi ideolojik bir araca çevirmiş durumda. Müfredat, iktidarın dünya görüşüne göre eğilip bükülüyor. Gençlerin hayal gücü değil, biat kültürü besleniyor.

Muhalefet ise diğer tüm konularda olduğu gibi yıllardır eğitim konusunda da ciddi, köklü ve uygulanabilir bir alternatif ortaya koyabilmiş değil. Onlar da günü kurtarmanın peşinde.

Bu çürümüş düzeni gören gençler, umutlarını burada tüketmek yerine bavulunu toplayıp yurtdışına gitmeyi düşünüyor. Bakın çevrenize, konuşun. Artık hayal bile kuramayacak duruma gelen gençlerin önemli bir ekseriyeti Avrupa’ya Amerika’ya, daha doğrusu Türkiye dışında herhangi bir yere kapağı atmanın yollarını arıyor.

‘Beyin göçü” dediğimiz olgu artık istatistiklerden ibaret değil; her evin, her mahallenin gerçeği…

Peki kim suçlu?

Hepimiz.

Çünkü yıllardır eğitimde yapılan hatalara ses çıkarmadık.

Çocuklarımızın geleceğini sınav cehennemine, torpile, liyakatsizliğe teslim ettik.

“Nasıl olsa benim çocuğum bir yolunu bulur” diye sustuk.

Bulamadı…

Şimdi koca bir gençlik, bu ülkenin umudu olmaktan çıkıp başka ülkelere umut taşımaya hazırlanıyor.

Bir ülke eğitimini kaybederse, aslında geleceğini kaybeder. Türkiye tam da bu uçurumun kenarında. Ama kimsenin umurunda değil.

Oysa eğitim yalnızca bireylerin geleceğini değil, toplumun ortak kaderini de belirler. Kaliteli bir eğitim sistemi; özgür düşünebilen, sorgulayan, yaratıcı ve üretken bireyler yetiştirir. Bizim sistemimiz ise gençleri pasif, ezberci, itaatkar hale getiriyor. Bu da sadece gençlerin hayatını değil, ülkenin ilerleme şansını da tüketiyor. Teknoloji çağında bilimsel üretim yerine test çözen, kendi ülkesinde bir gelecek göremeyen bir gençlik yetiştiriyorsak, aslında topyekün kaybediyoruz.

Bugün eğitimdeki çöküşü görmezden gelmek, yarının daha derin sorunlarına davetiye çıkarmak demek. Çünkü umudunu kaybeden gençliğin olduğu bir ülkede ne demokrasi, ne refah, ne de adalet ayakta kalabilir. Eğer bu gidişe dur denmezse, Türkiye sadece beyin göçüyle değil, aynı zamanda hayallerini, enerjisini ve yarınlarını da kaybedecek. İşte bu yüzden, eğitim meselesi sadece bir bakanlığın değil, tüm toplumun varlık-yokluk meselesi olarak ele alınmalıdır.