Türkiye’de otomobil sahibi olmak, uzun zamandır zorluydu; artık çoğu kişi için tamamen hayal oldu. 25 Temmuz 2025’te yapılan son ÖTV (Özel Tüketim Vergisi) artışı, bu hayali neredeyse tamamen imkânsız hâle getirdi. Avrupa İstatistik Ofisi (Eurostat) verileri de bu acı gerçeği sayılarla gözler önüne seriyor: Türkiye, bin kişiye düşen 178 otomobil ile Avrupa liginde açık ara son sırada yer alıyor.
Ekonomist İnan Mutlu tarafından sosyal medyada paylaşılan ve gündeme bomba gibi düşen grafik, Türkiye’nin otomobil sahipliği açısından sadece Avrupa Birliği (AB) değil, Balkan ülkeleri ve hatta gelir seviyesi daha düşük bazı ülkelerin dahi çok gerisinde kaldığını gösterdi. Son ÖTV artışları ile birlikte aradaki bu uçurumun daha da büyüyeceğine kesin gözüyle bakılıyor.
Sadece rakamlar değil, hayatın gerçekleri anlatıyor
Eurostat verileri, Türkiye’nin otomobil sahipliğinde Avrupa ortalamasının üçte birine bile ulaşamadığını ortaya koyuyor. Kıyaslama, tabloyu çok daha net gösteriyor:
Türkiye: Bin kişiye 178 otomobil
Avrupa Birliği ortalaması: 570 otomobil
Yunanistan: 565 otomobil
Bulgaristan: 466 otomobil
Romanya: 425 otomobil
Sırbistan: 362 otomobil
Moldova: 325 otomobil
Bosna-Hersek: 306 otomobil
Arnavutluk: 253 otomobil
Listenin zirvesinde yer alan Lihtenştayn (774), İtalya (694) ve Lüksemburg (675) gibi ülkelerde ise otomobil sahipliği neredeyse Türkiye’nin 4 katına yaklaşıyor. Bu, sadece bir istatistik değil; günlük hayatı, bireyin özgürlüğünü, sosyoekonomik refahı ve toplumsal dinamizmi doğrudan etkileyen bir gösterge.
Vergi yükü ve yüksek enflasyon: Bir hayali nasıl boğar?
Türkiye’de otomobil fiyatlarının dünya standartlarının çok üzerinde olmasının en temel sebebi, yüksek vergiler. Otomobiller, satış fiyatının üzerine binen KDV, ÖTV ve diğer dolaylı vergilerle neredeyse iki katına satılıyor. Örneğin, 1 milyon TL’lik çıplak fiyatlı bir aracın, vergiler dahil nihai satış fiyatı 2 milyon TL’yi aşabiliyor.
25 Temmuz 2025’teki son ÖTV artışıyla birlikte, bazı modellerde bir gecede yüz binlerce liralık zamlar yaşandı. Bu durum, sadece sıfır kilometre araçları değil, ikinci el piyasasını da etkiliyor; çünkü sıfır araçların fiyatı arttıkça, ikinci el araçların fiyatı da paralel şekilde yükseliyor. Böylece dar gelirli vatandaş için "10-15 yaşında, uygun fiyatlı bir araç bile alma" ihtimali hızla kayboluyor.
Yüksek enflasyon ve döviz kurlarındaki dalgalanmalar da tabloyu ağırlaştırıyor. Üretimin büyük kısmının ithalata dayalı olması nedeniyle, kurdaki her yükseliş, araç fiyatlarına anında yansıyor. Üretici ve distribütör firmalar da olası kur risklerini fiyatlara önceden yansıtıyor.
Otomobil bir ihtiyaç mı, lüks mü?
Türkiye’de ulaşım altyapısının yetersiz olduğu veya toplu taşımada konfor ve güvenlik sorunlarının yaşandığı şehirlerde, otomobil bir lüks değil, adeta zorunluluk. İşe gidiş geliş, aile ihtiyaçları, sağlık nedenleri gibi çok sayıda gerekçe var. Buna rağmen, otomobil fiyatlarıyla halkın gelir seviyesi arasındaki uçurum giderek büyüyor.
Hane halkı gelirlerinin düşük olduğu Türkiye’de, bir ailenin ortalama 2-3 yıllık toplam gelirini, tek bir otomobil satın almak için harcaması gerekiyor. Avrupa’da ise bu süre, çoğu zaman bir yılın altında kalıyor. Bu bile tek başına, otomobilin neden "ulaşılabilir bir ihtiyaç" yerine "dokunulamayan bir hayal" haline geldiğini açıklıyor.
Toplumsal etkiler: Ulaşım özgürlüğü daralıyor
Bu tablo sadece ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal sonuçlar da doğuruyor:
Kırsal kesimde ve küçük şehirlerde yaşayanlar, toplu taşımanın yetersiz olması nedeniyle daha fazla mağdur oluyor.
Gençler, otomobil hayalini ertelemek zorunda kalıyor; bu da mobiliteyi, eğitim ve iş fırsatlarına erişimi kısıtlıyor.
Otomobil sahibi olan orta yaş ve üstü kesim, araçlarını yenileyemiyor; bu da trafikte daha eski ve daha güvensiz araçların dolaşmasına neden oluyor.
Uzun vadede, ekonomik büyümeye katkı sağlayacak olan otomotiv sektörü, satışlardaki düşüşle darbe alıyor.
Tarihsel perspektif: Dün, bugün ve yarın
90’lı ve 2000’li yıllarda otomobil, Türkiye’de “ulaşılabilir” bir hedef olarak görülüyordu. Taksitli satışlar, ithalat kotalarının kalkması, yerli üretimin artması gibi nedenlerle otomobil sahipliği görece hızla yükselmişti. Ancak son 10 yılda kur şokları, artan vergiler ve yüksek enflasyon, bu trendi tersine çevirdi.
Son 5 yılda otomobil fiyatları döviz bazında bile yükseldi. Örneğin, 2019’da 15 bin dolar bandında satılan bir yerli modelin fiyatı, bugün vergi ve kur etkisiyle 25 bin doları aşabiliyor. Bu da Türkiye’nin, sadece TL bazında değil, döviz bazında da pahalı bir otomobil pazarı haline geldiğini gösteriyor.
Geleceğe dair beklentiler de iyimser değil: Vergi indirimi veya yapısal bir reform olmazsa, Türkiye’nin Avrupa’nın otomobil sahipliği ligindeki sonunculuğunu daha da pekiştireceği düşünülüyor.
Son söz: Ulaşılabilirlik kayboluyor
Son ÖTV zammı, Türkiye’nin otomobil ligindeki "küme düşmüş" konumunu kalıcı hâle getirdi. Avrupa ortalamasının üçte birinden bile az otomobil sahipliği, sadece sayılardan ibaret değil; toplumsal eşitsizlik, mobilite kaybı ve refah düşüşü anlamına geliyor.
Bir zamanlar ailelerin “çocuklar büyüyene kadar” yaptığı en önemli planlardan biri olan otomobil alma hayali, artık çoğu hane için imkânsız bir hedef. Türkiye’de otomobil, ihtiyaçtan çok, lüks ve ayrıcalığın sembolü hâline geldi. Ve görünen o ki, bu tablo kısa vadede değişmeyecek; aksine daha da ağırlaşacak.
Kaynak: Euronews
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-Yazar
[email protected]