Şöyle bir geriye dönüp bakıyorum meslekte 28 yıl geçirmişim. Öyle şeyler görüp yaşıyorsunuz ki. Bazen bırak git bu işleri diyor bir tarafım. Ama bu sevda, başka sevdalara benzemiyor. Mürekkep bulaştı mı bir yerinize, gidemiyorsunuz. Bazen düşünüyorum dünyaya yirmi yıl hatta otuz yıl geç gelseydim ve yine gazeteciliği seçseydim. Neler değişirdi acaba? Yani biraz yalancı, biraz sahtekar ve haliyle biraz da yağdanlık belki. Hatırlıyorum da, eskiden gazeteciler sanki daha dürüsttü.  Zenit, Minolta, Nikon, Olympus vb. fotoğraf makinelerinden birine sahip olabilmenin çabasını vermiş nihayetinde geç de olsa elde edebilmişlerdi. Bizim kuşak bu meslekte çok zorluklar yaşadı, haberden habere koştu, binlerce haber fotoğrafları çekti, filmi bitenlerin yardımına bir diğeri el uzattı. Ofisine geldi daktilosunda haberini yazarken fotoğraflarının banyosunu bekledi. İçlerinden en güzel olan fotoğrafları seçti, haberiyle birleştirdi teslim etti. Ertesi gün yayınlanan gazetesinde haberini görünce büyük keyif aldı. Bugünlere de böyle aldığı maaşıyla ayın sonunu zor getirdi. Günümüzde de artık yerelde de, eskiden Babıali’de ayıp sayılan şeyleri görüyorum. Ne bileyim, birinin yüzüne gülüp, arkasını dönünce ona ağza alınmayacak şeyler söylemek bana göre değil sanırım. Hiçbir zaman yazı yazıp ertesi gün aramadım. Ve nasıl buldun, ne düşünüyorsun diye sormadım. Duygularıma kapılıp, sırf kızdığım için aleyhinde yazmadım. Sonra da barışıp, canım-gülüm olmadım. Kimseye al gülünü-ver gülümü demedim. Kişiliksiz ilişkilerden hiç hoşlanmadım. Ve bunun da acısını çok çektim. Şairin dediği gibi ‘Destanımızda yalnız onların hikayeleri vardır.’  Bizim meslek böyledir. Yazdığınız çizdiğiniz uçar gider. Size yazdırılmayanlar, söyletilmeyenler de içinizde kalır, şişer hep. Bugün de bizi yazayım dedim. ‘Evde Hayat Var’ evinizde kalın diyorum.