Avrupa Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki ticaret ilişkileri, Trump yönetiminin gümrük vergisi tehditleriyle iyiden iyiye gerilmiş durumda. 9 Temmuz tarihi yaklaşırken, Avrupa'da bu meseleye dair sesler farklı tonda çıkıyor. Özellikle Almanya ile Fransa’nın yaklaşımı taban tabana zıt. Bu durum, yalnızca bir müzakere stratejisi ayrılığı değil; aynı zamanda Avrupa'nın küresel pazarda nasıl bir rol oynamak istediğine dair derin bir görüş ayrılığına işaret ediyor.
ALMANYA: "EKONOMİ DİRENMEZ, ANLAŞMA BİR AN ÖNCE OLMALI"
Almanya, her şeyden önce ekonomik refleksle hareket ediyor. Şansölye Friedrich Merz’in açıklamaları, Almanya’nın bu meseleye ne kadar ticarî bir bakışla yaklaştığını net şekilde gösteriyor. Alman sanayisinin belkemiğini oluşturan otomotiv, kimya, ilaç ve çelik gibi sektörler, ABD’ye ihracatta ciddi risk altında. Trump’ın %25 ila %50 arasında değişen vergi tarifelerini yürürlüğe koyması halinde, bu sektörlerin satışları düşebilir, istihdam darbe alabilir, ihracat gerileyebilir. Almanya, bunun çok net farkında ve “ne pahasına olursa olsun” denilecek ölçüde bir hızla müzakere istiyor.
Almanya’nın bu tavrı, aslında “Avrupa Birliği birlikte hareket etmeli” anlayışına da biraz aykırı. Berlin, ekonomik çıkarlar için Brüksel’i zorlamaya çalışıyor. Merz’in, Komisyon’un stratejisini “fazla teknik” bulması da bunun işareti. Çünkü Almanya, somut ve hızlı bir sonuç istiyor; beklemeye tahammülü yok.
FRANSA: "AVRUPA TAVİZ VEREN TARAF OLMAMALI"
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ise, süreci biraz daha farklı değerlendiriyor. Evet, ticaretin istikrarı önemli, şirketlerin önünü görmesi gerekiyor ama bunun bir “ödün” şeklinde gerçekleşmesini istemiyor. Fransa’nın bu tutumu, AB’nin son yıllarda ABD karşısında zaman zaman zayıf kaldığı algısını düzeltmeye yönelik.
Macron’un "Bu isteklilik bir zayıflık olarak görülmemeli" sözleri, Avrupa'nın Trump'ın ekonomik tehditleri karşısında geri adım atar bir görüntü vermemesi gerektiğini vurguluyor. Çünkü aksi durumda, Washington'un her krizde aynı taktiği kullanarak Avrupa'yı köşeye sıkıştırmasının önü açılabilir. Fransa, tam da bu sebeple AB’nin pazarlık masasında güçlü kalmasını, stratejik bir akıl yürütmeyle ilerlemesini istiyor. Bir başka ifadeyle, “kazan kazan” değilse, bu anlaşma aceleye getirilmemeli düşüncesindeler.
TRUMP YÖNETİMİ: GÜMRÜK VERGİLERİYLE KÖŞEYE SIKIŞTIRMA POLİTİKASI
Trump’ın gümrük vergisi tehditleri sıradan bir pazarlık taktiği değil. 9 Temmuz’da hayata geçmesi beklenen kararlarla birlikte, AB ürünleri üzerinde ciddi ek maliyetler oluşabilir. Bu vergiler, hem Avrupa sanayisinin rekabet gücünü baltalayacak hem de transatlantik ilişkileri derinden zedeleyecek. ABD şu anda zaten AB çeliğine %50, otomobile %25 ve genel ithalata %10 oranında vergi uyguluyor. Bunların daha da artırılması gündemde.
Peki bu ne demek? Avrupa’dan ABD’ye yapılan ihracat düşerse, bu zincirleme etkiyle Avrupa’da üretimi, dolayısıyla istihdamı ve büyümeyi de baskılayabilir. Yani konu sadece birkaç şirketin kaybı değil; bütün Avrupa ekonomisini tehdit eden bir mesele.
KOMİSYON’UN TEKLİFİ VE ZEMİNİN KAYGANLAŞMASI
Avrupa Komisyonu’nun önerisi aslında oldukça yapıcıydı: Karşılıklı olarak tüm sanayi ürünlerinde gümrük vergilerinin sıfırlanması, ayrıca ABD’den sıvılaştırılmış doğalgaz ve soya gibi ürünlerin AB tarafından satın alınması gibi stratejik adımlar içeriyordu. Ama bu teklif Washington’un pek de hoşuna gitmiş gibi görünmüyor.
Brüksel’de kulislerde konuşulanlara göre, ABD tarafı bu öneriye çok da istekli değil. Neden? Çünkü Washington, uyguladığı bu vergilerden hatırı sayılır gelir elde ediyor ve bu kaynaktan vazgeçmek istemiyor. AB’li yetkililerin yaptığı açıklamalar, bu teklifin zemin kaybettiğini gösteriyor. Hatta bir yetkili açıkça, “ABD bu vergi gelirine alıştı,” diyerek işin özünü net şekilde dile getirdi.
ORTA YOL ARAYIŞI: %10'LUK GÜMRÜK VERGİSİ DENGESİ
Görünen o ki, artık Komisyon içinde daha gerçekçi senaryolar konuşuluyor. Bunlardan biri de yüzde 10 seviyesinde sabitlenmiş bir gümrük vergisi oranı. Bu oran, Avrupa’nın Çin ve Japonya’dan ithal ettiği otomobillere zaten uyguladığı bir tarife. Yani çok uçuk değil ama sıfır da değil. Gerçekçi mi? Belki.
Ancak bu da her ürün için geçerli olamayabilir. Örneğin uçak sektörü gibi yüksek teknolojiye dayalı, çok uluslu iş birliklerine bağlı alanlarda bu tür vergilerin etkisi daha büyük olur. Çünkü Airbus gibi dev projelerde üretim süreci hem Avrupa’da hem ABD’de eş zamanlı yürütülüyor. Bu noktada basit bir “vergi indirimi” kararından fazlası gerekebilir. O yüzden sektör bazlı esneklik şart.
SON DURUM: BÜYÜK BİR ANLAŞMA DEĞİL, "İLKELER ÜZERİNDE BİR ÇERÇEVE" ÇIKABİLİR
9 Temmuz’a sayılı günler kala büyük bir anlaşmanın çıkması neredeyse imkânsız görünüyor. Bu sebeple taraflar, belki de yalnızca temel prensiplerde mutabakat sağlayacak bir çerçeve metin üzerinde uzlaşacak. Bu da pazarlıkların tamamen kopmaması için bir geçiş formülü olabilir.
Avrupa’daki diplomatların da söylediği gibi, zaman bu kadar kısıtlıyken kimse büyük bir reform beklemiyor. Ama eğer ilkesel uzlaşma sağlanmazsa, 9 Temmuz sabahı Avrupa’dan ABD’ye giden her ürüne çifte vergi uygulanmaya başlanabilir. Bu da Avrupa sanayisi için kısa vadede ciddi bir sarsıntı anlamına gelir.
SONUÇ: TİCARET SAVAŞININ GÖLGESİNDE AVRUPA'NIN KARAR ANI
Fransa ve Almanya’nın farklı yaklaşımları, aslında Avrupa’nın ticaret savaşları karşısında bir karar vermesi gerektiğini gösteriyor: Ya hızlıca çıkar odaklı ve tavizli bir anlaşma yaparak fırtınayı atlatacak ya da daha dirençli ve uzun vadeli bir stratejiyle hareket edecek. Her iki yolun da kendine göre avantajları ve riskleri var.
Ancak unutulmamalı ki, ABD ile yapılan bu tür pazarlıklar, sadece gümrük tarifelerinden ibaret değil. Aynı zamanda siyasi ve jeopolitik güç dengelerinin de yeniden tanımlandığı alanlar. Avrupa'nın bu süreci sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasi bir sınav olarak görmesi gerekiyor. Çünkü bugünkü taviz, yarının kırılganlığını hazırlayabilir.
Kaynak: Euronews
ZAFER ÖZCİVAN
Ekonomist-yazar
[email protected]