Pek eski zamanlarda Pamfilya havalisine ‘Hapalla’ ismi verildiği gibi Lisya kısmına da ‘Arzavva’ denilirdi.
Eski Yunanlılar bura ahalisini ‘Likyalılar’ tesmiye etmişlerse de bizzat kendi eski lisanlarında Likya lehçesinde, Heredot’un şehadetine nazaran ‘Termiller’ yahut ‘Teremiller’ nâmı ile tanınmışlardır. (Herodote, cilt 1, bab 28)
Eski müverrihler/tarihçiler Lisya ile pek az meşgul olduklarından bu mühim ve kıymetli eski dünya parçası hakkında bize pek cüzi tafsilat bırakmışlardır. Bu kıta hakkında en iptida mâlumat toplamak itinasında bulunan Bizanslı ‘Etienne’ olmuştur. Heradote, Pline, Strabon ve sair eski müellifler eserlerinde bulduğumuz hülasalar, diyebiliriz ki Lisya tarihi hakkında da insana ne tam bir fikir verebilir ne de bazı mütemmim/tamamlayıcı mâlumat edinmek isteyen zatların merakını tatmin edebilir.
Son asırlarda ulema, müverrih Filologlar tarafndan derin tetebbular/araştırmalar, yorulmak bilmez taharriyatla/araştırmalarla kadim Lisya halkının menşe, tarih ve harsı hakkında oldukça vâsi/geniş ve mufassal mâlumat toplanmıştır. Bunlar, kadim Lisya şehirlerinin muhteşem şehir harabelerinde âsâr-ı atîka/eski eserler ulemasının son derece hayretlerini celbedecek bir surette ilişilmemiş veya kusursuz kalmış birçok âbidat/abideler ve kitabeler ile külli miktarda eski meskûkât/sikkeler bulunmuştur ki bu âbidat ve meskûkât ile Lisya coğrafyasında meçhul kalmış, isimleri bile unutulmuş birçok yeni yeni şehirleri de bize tanıtmışlardır. Bu âbidat ve meskûkât vasıtası ile Bubun, Karydalla, Simyra, Megista, Olympus, Pinara gibi şehirler meydana çıkarmışlardır. Bütün bunlar ise, âsâr-ı atika ulemasının hakiki tetkikatı için o kadar bol mâlumat-ı lâzime ihtiva eden bu kıtaya karşı geniş bir alakası daha ziyade artmıştır. Bununla beraber denilebilir ki Lisya tarihi henüz bâkirdir. Daha pek çok tetkikat yapılması lazımdır ki Lisya’nın azametli kadim medeniyeti hakkında ruhumuzu tatmin etsin.
Bu havali ‘Pre-Grek’ halkıyla meskûndu. Bu halkın efsanesinin bir kısmının Eti kayıtlarında zikredilen hâdiseleri aksettirdiği ve Mürsil’in icraaatını tespit ettiği anlaşılıyor. Etiler bütün Anadolu’yu zaptettikleri halde bu havali yani ‘Arzavva’ krallığını temsil ve teskin edememişlerdir. Bu krallık en eski devirlerde Hitit kayıtlarında rakip bir kuvvet olarak görülür. Milattan 1300 tarihinden evvel bile, büyük Eti İmparatorluğu düşüş halinde iken, Mısır fravunları ile Etilerden ayrı olarak diplomasi münasebetlerini devam ettirmiştir.
Milattan önce 14. üncü asırda Arvazza’nın siyasi teşkilatı Mursil salnamelerinde tasvir edilmiştir. Arvazza’nın merkezi Apasas şehri idi ki tamamı deniz kenarında ve tahmine göre ‘Antifelos-Andifli’nin bulunduğu mevkide idi. (Belleten, Cilt 5, sayı. 17-18 Azzovva ve Lugya memleketleri makalesi)
Lisya’da Yunanca olmayıp da kendi hurufat ve lisanı ile yazılmış ve hâlâ mevcut olan birçok kitabeler tetkik edilse Lisya’nın tarih-i iptidasına/başlangıç tarihine ait daha mufassal mâlumat edinileceğini; çoktan unutulmuş Lisya’nın eski lisanı bu kitabeler vasıtası ile okunursa bunlar hakkındaki mâlumatımızın artacağı şüphesizdir.
Dünyanın en güzel memleketlerinden biri olan Lisya gölgeleri altındaki muhteşem mezarlarında bugün ebedi istirahata varmış olan bu muazzam halkın bıraktıkları kıymetli âsârı/eserleri hâlen iki bin sene sonra bile kendi bedii eserlerini bize göstermektedir. Bu âsâr onların ibda’ ile lâ yemut/ölümsüz bir hâle ifrağ eden kadim Lisyalıların zekâsının derece ve şeraitini bize gösteren birer mikyastır. Temenni olunur ki herhangi bir müfekkir, Lisya’nın muazzm kabir ve eserlerini vecd ve istiğrakıyla seyr u temâşa ederken bu halkın vicdan ve ef’alini istiknah/yaptıklarının gerçeğini anlamak ve onları mukayese ve birbirlerine rapt ile aralarındaki alaka ve münasebetlerden umumi bir kanaat istihraç etsin. Tâ ki, artık tarih ve insaniyet akim/kısır ve meşum/uğursuz nükteden ibaret kalmasın. Arkeologlar şuurlu bir nüfuz ile bu kıymetli kıtanın âsâr-ı atikasını/eski eserlerini bizzat görüp tetkik ile bu hususa ait muammalarını halletsin.
Hummer’in verdiği mâlumata göre Lisyalılar, Truvalılarla müşterek bir asıldan oldukları gibi müttefik de idiler, mütekabil ve müşterek yaşamışlardır. Truva’yı müdafa için Karyalılarla beraber Truvalılarla aynı safta harbettiler. Yunan mitolojisine göre Lisyalıların reisleri ‘Tremilos’un ismini alan ‘Termil’ler, Rodos adasından geçmiş olan Giritli kabileler idi. Bu kabailin diğer kolları ‘Tremilos’un oğlulları ‘Klöis’, ‘Xsantus’ ve ‘Pinarus’ vasıtasıyla getirilerek kendi isimleri ile şehirler bina ve ayrı taifeler teşkil ettiler.
Termil’ler ‘Sarpedon’un zamanı hükümetine kadar isimlerini muhafaza ettiler. Lisyalıların kumandanı ‘Sarpedon’ ile ‘Glâfkos’ (İlyada k 2 Rapsadi 875); meşhur kahramanları dahi ‘Pandaros’ ve ‘Bellerofon’dur. (Lisyalılar, Girit’te pek eski bir menşei haiz idiler. Çünkü Girit adası uzun müddet ve tamamen barbarların elinde kalmıştı. Giritte, Avrupa’nın oğulları ‘Minus’ ile ‘Sarpedon’ hükümdarlık kavgasını yaptıklarında ‘Minus’ galip gelerek ‘Sarpedun’ ile avanesini adadan kovmaya muvaffak olmuştu. Onlar da küçük Asya’ya gelerek ‘Milyada’ denilen mahalle hicret etmişlerdi. Heredot – K. IF. 173) Mitolojide üç Sarpedon görülüyor: 1. Girit kralı Minos’un kardeşi ve Lisya’ya gelen kafilenin reisi. 2. Birincinin torunu veya Korent Lisya’ya gelip orada hükümran olduğu rivayet edilen Bellefron’un torunu. 3. Trakyalı Sarpedun. Bu Sarpedunlar muhayyel birer kahraman oldukları da rivayet vardır. P. Karodili tarafından yazılan Strapon’un Küçük Asya s. 77)
Lisyalıların oturduğu mahalle kadimen ‘Milyada’ ve Milyadalılara da ‘Solim’ denilirdi. (Solimler hakkında mufassal mâlumat Antalya Vilayeti Tarihi’nde yazılmıştır. Oraya müracaat) Bilahare Pandiyus’un oğlu Ege dahi kardeşi Likos’u kovduğu zaman Likos, Sarpedon’a iltica etmiş ve binnetice Likos’a izafeten bu kıtaya ‘Likya’ denilmiştir. Likos, kısmen Giritliler ve kısmen Karyenlerden alınma bir kanun kabul ettirdi. O tarihten itibaren bu havali ‘Lis’ veya ‘Liki’ ismini almıştır. İş bu rivayetler Yunan mitolojisine göre yazılmıştır.
Lisiyenler daima şeci/cesur bir muharip/savaşçı ve hürriyetlerini kıskanır bir kavim idiler. Bunların içtima teşkilatları, Asya’nın diğer kavimlerine benzemezdi. Bunların müstesna bir âdetleri vardı. O da; babalarının ismiyle değil, analarının ismiyle yâd olunmalarıdır. Bunlardan birisine kim olduğu sorulduğunda hemen validesinin ismini söyler ve validesi tarafını saymaya başlardı. Herhangi bir şehirli bir kadın, bir esirle evlense çocukları asil telakki edilirdi. Halbuki hemşeri ve hatta zadegândan bir erkek, yabancı kadın veyahut bir odalıkla teehhül etse çocukları, nesebi meçhul, gayri meşru sayılırdı. (Antalya ve Evliya Çelebi, TürkAkdeniz Dergisi, Ekim 1943, Sayı 28, syf. 8-9, 12)