Başlamadan önce televizyonda bir reklam kılıklı bir şey gördüm; sözüm ona ormanları koruyalım falan gibi şeyler, içinde şöyle ibareler vardı;  

‘Mesela bu ormanı piknikçiler yaktı.’ 

Veya 

‘Mesela bu ormanı sigara izmariti kül etti.’ 

Arkasını kaçırdım ama bilen-dinleyen varsa yazsın lütfen, şöyle bir açıklama da var mıydı?: 

‘Mesela şu ormanı beşli kardeşler ham etti.’ Veya ‘mesela şu ormanı altın arayıcılar kül etti.’ Falan gibi. 

Neyse. 

Büyük Savaş (1914-1918) ile ilgili bizim böyyük tarihçilerimizin yıllardan beri anlattıkları bir yalan var; efendim neymiş, ortaklarımız yenildiği için biz de yenilmiş sayılmışız! 

Yuh olsun külliyen yalan! 

Malum biz savaş esnasında Alman yanlısı grupla birlikteydik. Kimler vardı o grupta? 

Avusturya-Macaristan, Bulgaristan ve Osmanlı İmparatorluğu. 

İlk pes eden Bulgarlar oldu 29 Eylül 1918’de mütareke istediler. Bulgaristan devreden çıkınca Almanya ile olan kara bağlantımız kesildi, bizimkiler de Ekim başından itibaren mütareke arayışı içine girdiler ve Mondros limanın 31 Ekim’de o iş de tamamlandı. Almanya ise 6 Kasım günü mütareke için başvurdu ve 9 Kasım’da imparatorunu sepetledi ve ateşkes görüşmeleri için müttefik komutanların huzuruna çağrıldı. 

Henüz bir karış Alman toprağı bile işgal edilmemişken Almanya beyaz bayrak çektiğinde, Osmanlı nerede ise tüm Arap yarımadasını kaptırmıştı. 

Kısaca beyler; yenilmiştik. 

Ama bugün konumuz Almanya, neler oldu, neden oldu sorularına cevap arayacağız. 

1918 Mart ayında Almanlar Paris şehrini topçu ateşine tutacak kadar zafere yakındılar. 1917 senesinde Rusya tüm cephelerden geri çekilmişti ve boşta kalan Alman orduları süratle doğu cephesinden batıya kaydırılıyordu. (muhteşem bir demiryolu ağı sayesinde mesela bir gardan bir gün içinde 25 bin askeri trenlere bindiriyor, karınlarını doyuruyor ve diğer cepheye nakil edebiliyorlardı. Hesabı varın siz yapın 24 saatte 25 bin asker!) 

Rusya’nın yerine cepheye şimdi Amerikan askerleri geliyordu. (Her ay 250 bin asker, gene hesabı yapın, 30 günde 250 bin asker, İstanbul boğazını değil, Atlantik okyanusunu geçiyor.) 

Ancak Doğudan batıya trenler içinde sevk edilen askerler ülkelerinin içine düştüğü felaket durumu görüyorlardı. Alman halkı açtı, sokaklarda kedi köpek kalmamıştı, açlık isyanları memleketin dört bir yanında izlenebiliyordu. Müttefik ablukası işe yaramıştı Almanya Avrupa kalesinin içinde sıkışmış kalmıştı, dışardan bir gram un bile gelmiyordu, memleketin kendi tarım imkanları da nüfusu beslemeye yetmiyordu. 

Evet, şimdi Paris önlerindeydi, üstelik subayları da erata ‘yahu merak etmeyin düşmanın durumu bizimkinden çok daha zor, açlıktan geberiyorlar, herkes bizi kıskanayoo’ diyordu. 

İşin garibi cephe de yarılmış Alman askerleri zafer naraları atarak düşman cephe hattının gerisine sarkmışlardı. 

Ana, bir ne görsünler; 

Acından ölüyorlar, raflar bomboş denen düşman çekilirken tepeler dolusu yiyecek malzemesi bırakmışlardı, ayrıca başka birçok şey. Askerlerin büyük bir kısmı yağmaya başlayacaktı. Tüfeklerini atarak salamları sucukları şeker paketlerini alan çoktu. Nitekim taarruz momentumunu kaybedecek ve Ağustos ayı geldiğinde iyice duracaktı. Şimdi sıra Müttefik ordusundaydı. Nitekim 8 Ağustos günü büyük bir saldırıya geçmişlerdi, Alman savunması henüz yarılmamıştı ama generallerin hükümete bildirdiğine göre, bir, bilemedin iki saat daha dayanabilirdi. 

Çare yok ateşkes talep edilecekti. Müttefikler ‘olur’ dediler, Amerikalıların bir ricası vardı;  

‘Madem 11. Aydayız, aynı ayın 11. Günü silahlar sussun’ diye düşünüyorlardı. Hani daha manalı olurdu.  

Fransızlar ve İngilizler e oldu olacak 11. Ayın 11, günü saat 11.00’de olsun diyeceklerdi. 

O son gün her iki tarafta yaklaşık 3000 asker hayatını çarpışmalarda yitirecekti. Ve 11 Kasım güneşi dahi henüz batmamıştı.