1960’lı yıllarda babamın görevi gereği Gelibolu’daydık, o zamanlar şirin bir Rumeli kasabasıydı. 

Birgün orduevinde duyuldu ki JOHN PAUL JONES adında bir Amerikan muhribi kasabamızı ziyaret edecek ve tekneyi halk gezebilecek. Baban pek yüz vermedi, oysa ben gitmek için can atıyorum. Etrafımızda onca albay-yarbay falan da gitmek istiyorlar, aralarında listeler yapıyorlar. Annem de benim gitmek için öle yazdığımı biliyor ve babamı ikna etmeye çalışıyor. Babam (ki o da bir albay) kendisi gitmemeye ama beni göndermeye karar vermişti. İste birkaç subay ailesine emanet edilip sonunda o gemiyi görebilmiştim. 

Ama babamın gitmeme nedenini yıllar sonra anladım. 

 Mesele gemiye adını veren adamın hikayesiydi. Uzun bir hikaye ama ben size vurucu kısımlarını özetlemeye çalışayım. John Paul, 1747 senesinde İskoçya da doğmuş, erken yaşlarda denizciliğe atılmış, o gemi bu gemi derken İngiliz donanmasında bir adamı öldürme suçundan hapse yollanmış. Tarihçiler hala bir meşru müdafaa mıydı tartışıyorlar. 

 Evet düşünün 18. Asrın ortalarından söz ediyoruz, mahkeme kayıtları hala orada. 

Neyse arkadaş kendini bir şekilde Amerikan deniz kuvvetlerine kabul ettiriyor. O günlerde Amerikan kolonileri ile İngiltere papaz olmuş halde. Ne iş diye soracak olursanız. İşte öyle bir şey. (O günlerde Amerikalıların deniz gücü hemen hemen yok gibi, tecrübeli denizcileri ve kıdemli subayları saflarına katmak için her yolu deniyorlar, subaylar da ‘tamamen duygusal’ nedenlerle katılıyor) 

John , iyi bir denizci, Amerikan bahriyesinde de iyi işler çıkarıyor, ama savaş 1782 de bitiveriyor. Bunun komuta ettiği gemi de Bağımsızlık Savaşında Amerika’ya yardım eden Fransa’ya ganimet olarak veriliyor. Gemiyi götüren John ortada cımcıslak kala kalıyor. Emrinde gemi yok, cebinde para yok. 

Kalkıyor Rusya’nın ünlü Çariçesi Katherina’nin donanmasına müracaat ediyor. Ruslar bu tek kelime Rusça bilmeyen adamı işe alıyorlar ve Karadeniz kıyılarında ki hafifi filolarından birine amiral olarak tayin ediyorlar. Bir de bakıyorlar ki adam hakikaten iyi, Türklerle savaşırken çok önemli başarılara imza atıyor. Usta bir taktisyen, denizi iyi tanıyor. E, Rusça da bilmeyiversin diyor Katherina. Amma velakin Rus amiraller bu işten hiç hoşlanmıyorlar. Adama her fırsatta bir engel çıkartıyorlar. 

Şimdilik, İmparatoriçenin kanatları altında çok da deşemiyorlar.  

Ama bir gün, 

Katerina Steponova diye bir kız ortaya çıkıyor. Polise gidiyor ve kendisine tecavüz edildiğini söylüyor. 

Şimdi diyeceksiniz ki 18. Asırda bir Rus kızına tecavüz edilmiş. 

Ee  

İki nokta var; biri kızın daha 10-11 yaşında olduğu kayıt altına alınıyor. 

Ve, 

 Kız Alman göçmen ailenin çocuğu. E Almanlar da o günlerde bile çocukları konusunda ‘olmuş bir kere’ diyen milletlerden değil. 

Olay mahkemeye yansıyor, adam Katerina’nın koruması altında ya, her yerde bolca bulunan bazı yalakalar derhal olayı soğutmaya ve kapatmaya çalışıyorlar. 

 Ama o da ne* 

 İmparatoriçe müdahale ediyor ve davanın adam gibi görülmesi konusunda ısrarını dile getiriyor. 

Mahkeme tutanakları orada! Kızın ifadesine göre sırmalı kordonlu üniforması olan bir adam var, bu suçu o işlemiş. 

 Bir başka tanık ifadesinde ‘evet amiralin o gün o üniformayı giymişti’ diyor. 

İlginç olan Amerikalı amiral pek bir şey saklamıyor ‘ben kadınlardan oldum olası hoşlanırım evet ben o kızla beraber oldum ama parasını da verdim, asla zor kullanmadım, RIZASI vardı diyor. 

 Sonunda İmparatoriçenin emri ile Rus donanmasında atılıyor. Üstelik Katerina onun başka donamalarda iş bulmasına mani oluyor. 

John Paul Jones 1792 de Paris şehrinde ölüyor. Amerika onun cenazesini törenle 1906 da yurduna getiriyor. 

Peki ben şimdi bir araba lafı niye ettim. 

‘Bir düşünsen bulursun!’