13 Şubat 1945, Dresden. 

Yadigar ASİSİ, diye bir adam. 

 Biyografisinde ünlü Alman sanatçı olarak geçiyor. 

 Oysa doğum yeri Viyana. 

  Üstüne üstlük İranlı bir ailenin oğlu. Babası, Şah Rıza Pehlevi tarafından kurşuna dizilerek öldürülmüş. (Komünist suçlamasıyla) Ama bizimki nasılsa bir şekilde yırtmış. 

Germen ekolünün en ünlü sanatçılarından biri olmuş. En bilindik yanı ‘panorama’ tarzında müze işleri. Bir tanesi de Dresden kentinde ziyaretçi rekoru kıran panoraması. (Bu arada bizim antik Bergama şehrini de işlemiş, ha elbette Berlin de) 

2015 senesinde bir davet nedeniyle gittiğim de ben de ziyaret edebilmiştim. 

 Peki konusu neydi bu Dresden panoramasının? 

1945 senesi 2. Dünya Savaşını Avrupa da bittiği bir yıldı. Hele ki Şubat ayı Avrupa savaşının son dakika uzatmalarının oynandığı günlerdi. 

Almanya iki seksen yere serilmişti, Sovyet orduları doğudan, Anglo-Amerikan orduları batıdan ülkenin derinliklerine kadar ilerlemişlerdi. Gökyüzü tamamen Müttefiklerin kontrolündeydi. Acımasız Sovyet askerlerinin önünden kaçan yüz binlerce Alman mülteci Dresden kentine sığınmaya başlamışlardı. Kaçmakta haklıydılar çünkü Ruslar gerçekten acımasızdı, Ruslar acımasızdı çünkü Almanların kendi ülkelerine neler yaptıklarını görmüşlerdi. 

Yeni ve son bir taarruza hazırlanan Stalin’in, batılı ortaklarından küçük ricası vardı:  

‘Şu Dresden şehrini yerle bir edebilirler miydi lütfen?’ 

Müttefik komuta yapısında çoktan beri var olan çatışma tekrar su yüzüne çıkacaktı. Bazı subaylar ‘dükkan senin abi’ havası içindeyken bazıları artık sonu belli olmuş bu savaşın ardından nasıl bir Avrupa olacak sorusunu soruyor ve Stalin’in hırsının nerede hangi devletin sınırları içinde biteceğinin hesabını yapıyorlardı. Postdam toplantısında (2 Şubat, 1945) mesela Polonya, Sovyet etki sahası içinde bırakılmıştı. O Polonya ki ya hakikaten savaş onlar yüzünden çıkmamış mıydı? Hani 1939 1 Eylül günü Alman orduları haşırt diye Polonya istilasını başlatınca, ee hani nerede kalmıştı özgür Polonya? 

O zaman binlerce tankıyla Avrupa ovalarına dalan Rusya nerede duracaktı?  

Paris, neden olmasın! 

En iyisi onları biraz oyalamaktı. Dresden ne olacak altı üstü bir şehirdi, hem de Alman şehriydi, e Almanlar da zaten düşmandı. Hem de hepsi Nazi değil miydi? 

Oysa Dresden var olduğu 12. Asırdan beri hep bir kültür ve sanat şehri olarak hatırlanırdı, bütün savaş boyunca nerdeyse hiç bombardımana uğramamıştı. Yanıp yakılan, kül olan Almanya da hala cennetten bir köşe gibiydi. 

Martin Mutschmann adında bir herif o günlerde Dresden valisiydi, (Nazi terminolojisinde Gauleiter deniyor.) Kendisini çok önemli görüyordu, Saksonya eyaleti o olmazsa batar diye bir geri zekalı saplantısı vardı. Lüks ve şaşaa içinde yaşıyordu, millet açlıktan sokaklarda kedi köpek, fare yakalıyordu ama bu herif saltanatından vaz geçmiyordu. Tüm ülke bombalarla yerle yeksan olurken koca şehirde doğru dürüst bir tane bile sığınak yoktu. Ama elbette kendisi için lüks sarayının avlusuna her türlü konforu içeren bir tane yaptırmıştı. Dedik ya ‘o’ çok önemliydi. 

 Müttefik havacılar gereken keşifleri yapmışlar fotolar çekilmiş, hedefler belirlenmişti. Hem Amerikan hava kuvvetleri ve hem de RAF (Royal Air Force=Kraliyet Hava Kuvvetleri) şehri arka arkaya vuracaklardı ilk saldırı 13 Şubat gecesi için planlanmıştı. 

İlk bombalar gece saat 22.00 sularında düşecekti. Zayiat çoktu ama katlanılabilirdi. Yıkıntılar içinde kalanların kurtarılma çalışmaları başlarken tüylerini diken -diken eden sirenler gene başlamıştı saat sabaha karşı 02.00 sularıydı ilk saldırıda iyi kötü tedbir alınmıştı, ama bu ikinci de herkes orta yerde yakalanmıştı. 

Bombardımanı planlayanlarda zaten bunu hedeflemişlerdi. 

Savaştan sonra Almanlar ölü sayısının 100-200 bin arasında olduğunu iddia edecekti. Karşı tarafta. 

 ‘O kadar olamaz olsa olsa…’ diye karşılık vereceklerdi. Tartışmalar askeri tarihçiler arasında hala sürüyor. (25 bin sayısında sulh oldular amma…) 

Müttefik tarihçilerden bazıları ‘bu savaşın gerekli kayıplarıdır üstelik Dresden askeri ve sınai bir şehirdi, bombalanması haklıydı’ derken bazıları da, ve Alman tarihçiler de sayılarla ve istatistiklerle karşı tezleri savunuyorlar, madem askeri ve sınai bir hedefti neden fabrikalar semtinde hasar yok sayılacak kadar azken, şehrin merkezi dümdüz edilmişti? 

Neden ölenleri büyük çoğunluğu kadın ve çocuk? 

 Şehirde kayıtlara girmemiş yüz bini aşkın mülteci vardı. Onlara ne olmuştu? 

Ama savaşın tarihini kazananlar yazar değil mi? 

Uzun lafı kısası işte bu bizim Yadegar amca Dresden de öyle bir müze eserine imza atmış ki gördüğünüz zaman Hitler falan değil Londra ve Moskova’yı yargılayasınız geliyor. 

 Ha o dallama valiye ne mi oldu korkakça kaçarken yakalandı ve Moskova da asılarak idam edildi. 

Peki (‘o’ bizim biricik valimiz, İsa onu başımızdan eksik etmesin ‘o’nun keyfi yerinde olsun, biz kedi köpek fare neyin yer geçinir gideriz’ diyen ahaliye ne oldu derseniz...