Antalya Körfezi’nin uçsuz, bucaksız görüntüsünü izleyip, bakışlarımızı Beydağları’nın muhteşem duruşuna yönlendirdiğimizde nasıl bir keyif alınır hiç tadan var mı?
Kişi neye nasıl bakarsa öyle görürmüş ya.,
Ben Akdeniz’in enginliklerine saatlerce bakmama rağmen doyamayanlardanım.
Antalya’nın her ne kadar azınlıkta kalmış olsa da yerlilerinin çoğu, “Denizsiz olmayan her hangi bir şehirde, iki gün dahi yaşayamam” görüşündedir.
Denizsiz memleketlerden çıkıp, Antalya’ya gelenler, Antalya körfezinde bir tane kayık dahi görememenin şikâyetini yapıyorsa, bu yapanlar öncelikle yetkililere, “Neden” diye sormalı.
Yoksa “beş-on metrelik bir iskele yapıp, tekne bağlasam kızılca kıyameti kopartırlar” demek, kişinin kendi kendisini kandırmasından öteye değildir.
Dün Oğuzhan Özenici ağabeyim ile yerel gazeteleri tarıyoruz. Oğuzhan ağabey, Mehmet Talay’ın kaleme aldığı Antalya’nın denizi ve Beydağları’nın duruşu ile ilgili kendi fikri olan yazısı üzerinde bir takım yorumlar yapıyor.
İki satır okuyup, okuduğuna yaptığı her yorumun ardından da basıyor kahkahayı.
Ve diyor ki;
“Ben bu memlekete 1971 yılında geldim. Ablam Konyaaltı Caddesi’nde oturuyor, yazları da Konyaaltı plajındaki obada kalıyorlardı. Akşamları biz arkadaşlarla ablamın denize sıfır konumundaki evine yatmaya geliyorduk. Bırakın gündüzleri Akdeniz’i izlemeyi, geceleri dahi Antalya’nın uçsuz bucaksız denizi bir başka keyif veriyor insana. Sırf bu görüntü uğruna Üniversite öğrenimimi yarıda bıraktım. Birlikte geldiğim arkadaşlarıma siz gidin ben gelmiyorum deyin Antalya’da kaldım. O gündür, bugün de Antalyalıyım.”
Bilindiği gibi biz yerel gazetecilerin hafta sonu izinleri cumartesileridir.
Bir ara Beydağları takıntılığı başladı.
Saklıkent ve Feslikan istikametlerini bitirmiş, Altınyaka güzergâhında da keşfetmedik yer bırakmamıştık.
Tabi ki yerli olan Kılavuzum sayesinde.
Yine bir gün Altınyaka güzergâhından yola çıkıp, Karaağaç diye cennet gibi bir yere gitmiş, Ağustos’un kavurucu sıcağında sağanak yağışa tutulduğumuzu bu köşeden yazmıştım.
Beydağları meraklısı bizim AGC sekreteri Mediha Hanım, yakın dostlarıyla birlikte 3 araba dolusu piknikçilerle, yazıda verdiğim güzergâhı takip ederek karaağaca gitmeye çalışmış.
Ama yolunu kaybetmiş.
Dönüş sonrası telefon açıp, “Ağabey. Yazdığın yeri gidip, bulup piknik yapmaya çalıştık ama, galiba biz yanlış yollardan girdik. Ama biz de Beydağlarında harika yerleri keşfettik” demişti.
Dedik ya, “Neye nasıl bakarsan öyle görürsün” diye.
Antalya’nın uçsuz bucaksız denizi kimilerinde çöl imasını andırır, kimilerinin de gönlünü ferahlatır.
Beydağlarının duruşu bazılarına ucube gibi bile gelebilir, bazıları için de olmazsa olmazlarındandır.
“Bülbülü altın kafese kapatmışlar, ille de vatanım” demiştir ya hani.,
Antalya’nın denizinin duruşundan içi kararıp.,
Beydağlarının duruşuna canı sıkılanı zorla mı tutuyorlar bu kentte?
Sanki koca körfezde balık kaynıyor da, oltanı atıp çekeceksin o balıkları!.
Her şeyden önce, “Bu körfezde olta balıkçılığını nasıl cazip hale getirebiliriz” sorusunun cevabını aramak bu kentte yaşayanların en asli görevleridir, görevleri olmasına da.,
Gönül bırakın o körfezin üzerinde teknelerin kaynadığını görmeyi istemeyi, koca sahilde bir tane salaş balık lokantası var mı da, Konyaaltı’na iskele yapabileceksin ki?
Sahil boyunca büfe görünümlü restoran ve müzikholler yapmak varken, salaş balıkçılar da neyin nesiymiş!..
Akşam saati olup, ortalık hafif kararmaya yüz tuttuğu zaman insanın içerisine eğer ki her hangi bir burukluk, ne bileyim karamsarlık çöküyorsa, sen bulunduğun kenti benimsememiş, o memleketi sevememişsin manası çıkar.