Zaman ve imkân bulabildiğimde seyahat etmeyi, yeni yerler keşfetmeyi ve farklı kültürlerle tanışmayı severim.
Bu yazımda da hem ülkemizde hem de Avrupa ülkelerinde dikkatimi çeken şeyleri doğu-batı şeklinde karşılaştırmayı deneyeceğim. Lütfen işin uzmanları alınmasınlar. Ben sadece haddimce fark ettiklerimi aktaracağım.
Coğrafyanın insan davranışlarına her alanda ve konuda ne kadar müdahil olduğunu anlatmaya çalışacağım.
Mesela; coğrafyanın barınma, beslenme, kıyafet, müzik, sosyal kurallar, din, ahlak gibi insanı ilgilendiren her konu başlığında sonuca ciddi manada etki ettiğini görüyoruz.
Barınma konusundan başlayayım: İnsanlar, iklim şartlarına göre belirlemişler bu ihtiyacın modelini ve içeriğini. Çölde çadır, kuzeyde daha sağlam yapılar, uzak doğuda tropikal mevsimlere göre havadar ve basit yapılar, sıcak iklimlerin şehirlerinde az ve küçük camlı, aynı zamanda balkonsuz evler, batıda taşın ve ağacın beraberce kullanıldığı görsel ve işlevsel mekanlar yapmışlar.
Diğer bir barınma konusundaki başlık ise kale, saray ve şato tarzı eserler. Batıdakiler bu coğrafyanın gerçeği olan aristokrat ailelerin ve derebeylerin yaşadığı alanlar olarak biliniyor. Bazı şato ya da saray kaleler soylu ailelerin yaşam alanı olurken diğer yandan da özel askeri birliklerinin de barındığı mekanlar olduğu biliniyor.
Bu mekanlar bazen biraz yüksek tepelerde, bazen etrafı suyla çevrilmiş yapay bir adada, bazen de etrafı derin hendeklerle güvenlik çemberine alınmış halleriyle günümüze kadar ulaşmışlar. Hatta açılıp kapanan köprüler ve kazıklı kapılar da filmlere konu olacak kadar ilginçlikte günümüze ulaşmışlardır.
Doğuda ise saraylar şehirlerde, kaleler ise sadece askeri amaçlı yüksek tepelere konuşlandırılmışlardır.
Her hâlükârda sembolik olarak bölgenin hakimlerini ve sahiplerini barındırmışlardır. Batıdaki kaleler, şatolar ve saraylar yüzyıllar boyu halkların üzerinde baskıcı ve zalim güçlere ev sahipliği yaptıklarını biliyoruz.
Doğuda ise Roma imparatorluğunun idare şekli olan şehir devletlerine önce Selçuklu sonra da Osmanlı son vermiştir. İstanbul’un Fethi son şehir devletinin de sonu olmuştur. Doğudaki kalelerin geneli kalabalıkların günlük yaşamına uygun mekanlar değildir. Genelde fethin sembolü, hakimiyetin nişanı ve sahipliğin de tapusu niteliğindeydi.
Doğuda yöneticiler kasaba ve şehir türü yerleşim yerlerini seçmişlerdir. Yani halkla beraber aynı ortamları paylaşmışlardır.
Batıda ise halktan kopuk yaşam tarzları her konu başlığında kendisini hissettirmektedirler. Derebeylerin, aristokrat ailelerin ve krallıkların birbirleriyle savaşmalarının önündeki tek engelin evlilikler olduğunu görüyoruz. Harici evliliklerin neredeyse tamamı bir savaşı bitirmiş, sulh döneminin yaşanmasına hizmet etmiştir.
Batının saray ve şatoları inşa edildikleri yüz yıllara göre çok gösterişli, zengin donanımlı göz kamaştıran güzelliklerde dış görünüşe sahiptirler.
Doğuda ise daha sade ve özgün dekorlar yapıya hâkim durumdadır. Bunda dini duyguların etkisi göz ardı edilemez. Güç sahiplerinin ahlak anlayışları ve yönetim tarzları bu konuda muhakkak etkili olmuştur.
Doğuda sarayların çoğunluğu devlete aitken, batıda bugün mirasçıları varsa soylu ailelerin mülkü olmaya devam ediyor. Bu mekanlar özel müze statüsünde ziyaret mekânı olarak değerlendirilmektedir. Şehirlerdeki sarayların bazıları ise sahipleri tarafından özel şirketlere kiraya verildiğini de çok defa gördüm.
En ilginç olanı Heidelberg kale şatosu olduğunu söyleyebilirim. Bu şehir bana göre Almanya’nın en gözde şehridir. Necker nehrinin iki yakasına kurulmuş. Şehre hâkim olan dağın eteklerine devasa bir kale saray yapmışlar ki içerisinin işlevsel büyüklüğü tek başına bir yazı konusu olabilecek kadar önemli.
Bizler Rum Suresi 9. Ayete göre gezmeye çalışalım ki gezilerimiz daha da anlamlı olsun.
‘’ Yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin sonu ne olmuş görmezler mi? Onlar kendilerinden çok daha kudretliydiler; toprağı iyice işlemişler, yeryüzünü bunların imar ettiğinden daha fazla imar etmişlerdi. Onlara da peygamberleri nice açık kanıtlar getirmişti. Şu hâlde Allah onlara asla zulmetmiş değildir, asıl onlar kendilerine zulmetmişlerdir.’’
Bu dünya Ne krallara ne Sultanlara ne Derebeylere, ne Aristokratlara, ne Peygamber-Kral Süleyman’a kalmış. Bundan sonra da kimseye kalmayacak.