27 Mayıs İhtilali ile başlayan 60’lar süreci, hiç kuşku yok ki CHP’nin ve genel anlamda sol’un çok etkili ve hareketli olduğu bir dönemin adıdır. Başında İsmet Paşa’nın olduğu CHP’nin yanı sıra, sosyalist aydın ve sendikacıların kurduğu Türkiye İşçi Partisi de, bambaşka bir sol rüzgar esmesine sebep oluyordu. Hükümet Demirel’in elindeydi ama medya, üniversiteler, sendikalar ve gençlik içinde çok güçlü bir sol rüzgar esiyordu. İşte Milli Mücadele’nin ikinci adamı İsmet Paşa’ya, o günlerde, “ben kırk yıllık solcuyum” dedirten ve ilaveten de, “ortanın soluyuz” dedirten süreç, bu iklimdir. 

 

70’li yıllara geldiğimizde ise, mahallenin sol yanında, büyük oranda DİSK’in, gençlik içinde örgütlenmiş radikal sol grupların ve elbette CHP’nin etkili olduğu bir sahne düzeni vardır. CHP’yi, “ihtiyarlardan” devralmış genç ve atak bir kadro yönetiyordu ve başında Bülent Ecevit vardı. Türkiye bu süreçte “ortanın solu”, “demokratik sol”, “sosyal demokrasi” gibi kavramlarla güçlü bir şekilde ilk defa tanıştı. Ama bu hengamede, bana göre en önemli “şey” devre dışı bırakıldı, 60’lara damgasını vuran ve gerçekten “yerli ve milli” bir siyasi üslup ve sosyalist program geliştirmeye ve yerleştirmeye çalışan Türkiye İşçi Partisi (TİP) sahnede yoktu. Yani herkes vardı, herkes bir şekilde sahadaydı, ama bir tek TİP yoktu!

 

12 Eylül sürecinde Türkiye’de solu temsilen sadece SHP’nin (Sosyal Demokrat Halkçı Parti) faaliyetine izin verilmişti. Daha doğrusu evvela emekli bir askere Halkçı Parti kurduruldu, birkaç yıl sonra Sosyal Demokrat Parti (SODEP) kuruldu ve askerlerin hışmına uğramasın diye üniversitede bir profesörü, sırf soyadı İnönü diye, alıp getirdiler ve partinin genel başkanı yaptılar! Ve nihayet bu iki parti  “yıldırım nikahı” yoluyla evlendirildiler. Sözünü ettiğimiz SHP bu evliliğin tezahürüdür. Ve bu nedenle, bu topraklarda kendisini “solcu” diye tanımlayan ne kadar kişi, grup, camia,  örgüt, kesim, girişim, oluşum, çevre… varsa, hepsi de, doğal olarak, buradaydı. Yani Atatürkçü de buradaydı, Alevici de. Sosyalistler de buradaydı, Kürtçüler de. Ben bu yıllarda siyasete çok ilgili bir üniversite talebesiydim ve arkadaşlarımla beraber, bu partiyi, “SHP-ML Hareketi” diye tanımlardık! SHP-Marksist Leninist!

           

Ama 80’lerin sonuna doğru çok önemli iki şey oldu; birincisi, Sovyet düzeni yıkıldı ve soğuk savaş sona erdi, ikincisi de; etnik temelli bir silahlı hareket olarak PKK sahneye çıktı! Ve bu iki büyük gelişme, doğal olarak siyasetin ve bizzat Türkiye sosyolojisinin de şeklini esastan değiştirdi. Evvela CHP’nin yeniden açılmasına izin verildi. CHP’yi, İttihatçı-Kemalist çizgide yetişmiş siyasi aktörler yeniden açtılar, başta Deniz Baykal, Önder Sav olmak üzere. Ve üzerinden iki yıl geçmeden, koskoca SHP’yi, topu topu %4 civarında oy oranına sahip CHP’ye teslim ettiler, yani küçük parti CHP, koca parti SHP’yi resmen yuttu! İtiraf etmek gerekir ki, müthiş bir operasyondur ve dünya siyasetinde eşi benzeri yoktur.  Ve bu ekibin süratle realize ettiği en büyük parti içi politika, SHP’den intikal eden sosyalist-sol unsurları ve etnik kimlik üzerine siyaset yapmaya meyilli ekipleri partiden uzaklaştırmak oldu.

 
Devam edecek…