Bir işe yaramaz, bir baltaya sap olmaz, bir köşeyi doldurmaz, bir yaşlının elinde tutmaz kabahatlerimiz çok.

Öyle umarsız, öyle vurdumduymaz, öyle kafaya takmaz yapılarımız diz boyu. Baştan sona çamurlara saplanmak umrumuzda değilmiş gibi, yürüyoruz.

Dengede kalmayı beceremiyoruz insanlık olarak. İnsanlık olarak, hedeflerimize kolay yollardan ve/veya beleş kollardan ulaşmak, sanki kanımızda var.

Kurtulamıyoruz doğrusal olmayan çizgilerimizden. Çok çalkantılı, fazla sallantılı yaşıyoruz, hayata tutunurken.

Bir dilim ekmeği, ellerle ayırmaya üşeniyoruz çoğu zaman.

İstiyoruz lokmaları bile ağzımıza birileri atsın. Birileri doyursun bizi, birileri habire yardımcı olsun, birileri işlerimizi yürütsün, hatta utanmazsak birileri bizim yerimize nefes alsın bile isteriz gibi vahim hâllerimiz mevcut, maalesef diyorum.

Maalesef diyorum, zira öylelerimizin, böylelerimizin, şöylelerimizin ağırlıkları; normal ağırlıklarımızı bir at boyu kadar geçiyor.

Anlayacağınız, ya da anlayacağımız biz insanlar muhtaç, bağımlı davranmaya, isteklerimizi doymaksızın çoğaltmaya tam gaz ilerliyoruz.

Kendimizi toparlama gayreti içinde olamıyor, kendimize gelme cesaretini göster(e)miyoruz.

Yanlışlar üstüne yanlışlar, hatalar arkasına hatalar yapıyoruz.

Kapıyoruz ruhumuza ve bedenimize nerede varsa bir virüs. Nerede varsa bir bozukluk, oraya adım atmaktan kıvanç duyuyoruz adeta.

Doymuyoruz kıyılarımıza olumsuz yüklemler eklemeyi. Doymuyoruz boşluk içinde rahat rahat dolaşmaktan.

Dünyamızı kirli bir halde bırakmaktan ne yazık ki sıkıntı çek(e)miyoruz. Dert etmiyoruz kötü gidişatı. Bir şey olmamış gibi, kalabalıklara karışmaya devam ediyoruz.

Ve aynı sakatlıklara imza atmaktan yorulmuyoruz. Dahası kendimize dert etmiyoruz kırık fay hatlarımızı.

Topladıkça topluyoruz hanemize acıları, kederleri ve gözyaşları; hayata istediğimiz şekilde/istediğimiz telde tutunmaya (ç)alışırken.