Kimseye muhtaç olmadan, el açmadan ve aman dilemeden yaşamak en iyisidir. Çünkü insan, özgürlüğünü koruduğu sürece, ruhuna sahip çıktığı sürece gerçek insan kalır. Başkasının eline bakmak, bir damla suya hasret kalmak gibidir; içtikçe daha çok susatır. Oysa kendi yağında kavrulmak, kendi yolunu yürümek, gönlü her zaman zenginleştirir. Kimseye muhtaç olmamak, yalnızca bir yaşam biçimi değil, bir onur meselesi olarak ele almak gerekir.

Kendi ayakları üzerinde kalmak, insanı mutlu eder. Çünkü o ayaklar, düşse de yeniden kalkmayı daha önce öğrenmiştir. Her yara, bir direnişin izidir; her düşüş, ayağa kalkmanın provasını yapar. İnsan, başını dik tutmayı öğrendiğinde, dünyanın yükü bile hafifler. Kendi ayakları üzerinde durabilen biri, başkasının gölgesine ihtiyaç duymaz. Çünkü o, kendi ışığını taşır içinde ve dışında.

El emeği ve göz nuru çalışmak ise vicdanı rahatlatır. Alın teriyle kazanılmış her lokma, insanın kendine duyduğu saygının nişanesidir. Gün boyu yorulan ellerin, akşam olduğunda huzurla titremesi boşuna değildir. Çünkü emeğin dokunduğu her şey, biraz daha anlamlı, biraz daha kutsal olur.

Ve insan, gecenin sessizliğinde uyumaya çalışırken kendine "Bugün alnım açık, yüreğim rahattı.” cümlesini diyebiliyorsa yaşamanın hakkını her yanıyla verebiliyordur.