Günümüzde dijital platformlar, fiziksel mağazalardan çok daha güçlü bir alışveriş alternatifi hâline gelmiş durumda. Özellikle Çin merkezli büyük e-ticaret sitelerinin çok düşük fiyatlı ürünler, ücretsiz ya da neredeyse maliyetsiz kargo seçenekleri ve sürekli kampanyalarla küresel tüketim alışkanlıklarını dönüştürdüğünü görüyoruz. Türkiye’de genç, çevrimiçi ve fiyat hassasiyeti yüksek nüfusun varlığı, bu platformların yaygınlaşmasını hızlandıran faktörler arasında yer alıyor. Ancak görünen fiyat etiketinin arkasında, çoğu zaman hesaba katılmayan çevresel ve sosyal bir maliyet birikiyor.

Düşük kâr marjınını yüksek satış hacmiyle telafi etmeye dayanan bu sistemlerde, binlerce üretici doğrudan ilgili platformlara bağlanılarak stok, depolama, fiyatlandırma, lojistik ve iade süreçleri merkezileştiriliyor. Yapay zekâ tabanlı talep tahminleri ve dinamik fiyatlandırma teknikleriyle hangi ürünün ne kadar üretileceği, hangi fiyattan satılacağı ve hangi kullanıcıya gösterileceği anlık olarak belirleniyor. Nihayetinde üreticiler, sadece üretim yapan bir tedarikçilere dönüşürken; tedarikten depolamaya, sevkiyattan müşteri hizmetlerine kadar bütün zincir ilgili platformların kontrolü altında işliyor.

Kâğıt üzerinde bu mimari, etkileyici bir verimlilik tablosu sunuyor. Stok devir hızları artıyor, üretim döngüleri kısalıyor, aracı katmanlar ortadan kalkıyor, fiyatlar keskin biçimde düşüyor. Ancak bu tablo, görünmeyen maliyetler dikkate alındığında daha karmaşık bir hâle geliyor. Her bir tüketiciye tek tek gönderilen küçük paketler, yoğun hava kargo kullanımı, tek kullanımlık plastik ambalajlar, kısa ömürlü ve düşük kaliteli ürünler, yüksek iade oranları ve baskı altındaki emek koşulları, sistemin çevresel ve sosyal faturasını büyütüyor. Üretim ve lojistik maliyeti aşağı inerken, çevresel tahribat ve sosyal riskin önemli bir bölümü topluma ve gezegene yükleniyor.

Tüketici davranışları açısından bakıldığında, düşük fiyatlar güçlü bir psikolojik mekanizmayı tetikliyor. Ürünler çok ucuz olduğu için “ya istediğim kalitede değilse” riski zihinlerde önemsizleşiyor. Küçük meblağlı alışverişlerde “kaybedilecek bir şey olmadığı” düşüncesi, deneme eşiğini düşürüyor ve dürtüsel satın almaları artırıyor. Bu kararlar, sürdürülebilirliği geri planda bırakan, dikkatle tasarlanmış dijital arayüzler üzerinden veriliyor. Günlük giriş ödülleri, indirim oyunları, hızla tükenen stok uyarıları ve ekranda görünen anlık ilgi göstergeleri, kaybetme korkusunu ve sosyal onay arayışını kullanarak tüketimi sürekli teşvik ediyor. Genç ve fiyat odaklı kullanıcılar için bu ortam, bir alışveriş deneyiminden çok oyunlaştırılmış bir etkileşime dönüşüyor.

Tüm bu gelişmeler ise “deneme ve iade” kültürünün olağanlaşmasına sebep oluyor. Ücretsiz ya da çok düşük maliyetli iade politikaları, sepete fazladan ürün eklemeyi teşvik ediyor; uygun olmayan ürünler kolayca geri gönderiliyor. Ancak iade edilen ürünlerin önemli bir kısmı yeniden satışa sunulamıyor, imha ediliyor veya düşük kaliteli ikincil pazarlara yönlendiriliyor. Böylece son kullanıcı düzeyinde “risksiz” görünen kararlar, sistem düzeyinde atık ve emisyon üreten bir mekanizmaya dönüşüyor. Mikro-gönderi odaklı lojistik, klasik konsolide sevkiyata kıyasla birim başına daha yüksek karbon emisyonu üretirken, hava kargonun yoğun kullanımı bu etkinin çarpanını büyütüyor. Tek kullanımlık plastik ambalajlar e-ticaret kaynaklı plastik atıkların artmasına, düşük fiyat–kısa ömür dengesi ise “kullan-at” moda kültürünün güçlenmesine katkıda bulunuyor.

Sosyal ve etik boyutta, tedarik zincirinde güç dengesi belirgin biçimde platform lehine kayıyor. Üreticiler, düşük marjlarla ve sıkı teslimat takvimleriyle çalışmak zorunda kaldıkça, emek standartları üzerinde aşağı yönlü baskı ortaya çıkıyor. Uzun çalışma saatleri, düşük ücretler, yetersiz iş güvenliği ve kayıt dışı istihdam riski bu baskının tipik sonuçları arasında yer alıyor. Veri tarafında ise aşırı profilleme, sınır ötesi veri transferi ve kullanıcı arayüzlerinde karanlık desenlerin kullanımı, bireyin özerkliğini ve mahremiyetini zayıflatıyor. Kullanıcı, cazip fiyatlar ve dikkatle tasarlanmış ekran akışları içinde, hangi verisinin nerede ve hangi amaçla kullanıldığını çoğu zaman yeterince göremiyor.

Ekonomik açıdan bakıldığında, bu model kısa vadede tüketici refahını artırıyor gibi görünüyor; daha fazla kişi daha çok ürüne düşük maliyetle erişebiliyor. Ancak çevresel ve sosyal maliyetler de göz önüne alındığında durumun ciddiyeti daha net anlaşılabiliyor. Yerel perakendeciler ve pazar yerleri, benzer fiyat seviyelerini sürdürülebilir koşullarda sunmakta zorlanıyor; bu durum uzun vadede istihdam, vergi gelirleri ve yerel ekonomik ekosistemler üzerinde baskı yaratıyor. Türkiye gibi ülkelerde düşük kıymetli gönderilere uygulanan vergi ve gümrük düzenlemelerinin sıkılaştırılması, bu dengesizliği sınırlı ölçüde düzeltirken; teslimat sürelerinin uzaması ve maliyetlerin artması gibi yeni gerilim alanları da doğuruyor.

Mevcut düzenleyici çerçeve ise çoğu zaman parçalı ve geriden gelen bir görünüm sergiliyor. Düşük kıymet istisnalarının mikro-gönderi mantığıyla sistematik biçimde kullanılmasına karşı uluslararası ticaret ve vergilendirme rejimleri yeterince hızlı yanıt veremediği görülüyor. Ürün güvenliği ve izlenebilirlik alanındaki zayıflıklar, toksik kimyasallar içeren veya standart dışı ürün örnekleri kamuoyuna yansıdıkça daha görünür hâle geliyor. Veri koruma ve platform sorumluluğuna ilişkin yeni ilkeler, özellikle Avrupa Birliği ve Türkiye’de önemli çerçeveler sunsa da, denetim kapasitesi bu platformların ölçeği ve hızı karşısında sınırlı kalıyor.

Bununla birlikte, söz konusu e-ticaret modelini yalnızca yasaklanması gereken bir tehdit olarak görmek gerçekçi değil. Erişilebilir fiyat ve geniş ürün çeşitliliği, özellikle düşük gelir grupları için önemli bir değer sunuyor. Bu nedenle, bu erişilebilirliğin; daha fazla konsolidasyon, daha yerel çözümler, daha güçlü izlenebilirlik, kullanıcı dostu arayüz etiği ve döngüsel ekonomi araçlarıyla nasıl dengelenebileceği sorularına üretilebilecek çözümlerle bu bağlamda önem taşıyor. Harici maliyetleri içselleştiren, teslimat seçeneklerinde varsayılanı daha sürdürülebilir olandan yana belirleyen, ürünlerin yaşam döngüsünü izlenebilir kılan ve iade sonrası yenileme ile yeniden satış kanallarını güçlendiren bir tasarım, hem erişilebilirlik hem de sürdürülebilirlik arasında daha dengeli bir çerçeve oluşturabilir.

Sonuç olarak, özellikle Çin merkezli ultra ucuzluk vaadi taşıyan e-ticaret mimarisi toplumsal tüketim rejimini yeniden şekillendiren bir fenomen olarak uluslararası bir düzeyde çözülmesi gereken ciddi sorunlar barındırıyor. Uygulamada ortaya çıkan çevresel, sosyal ve etik maliyetlerin, ne tamamen görmezden gelinebilecek kadar küçük ne de yalnızca yasaklarla yönetilebilecek kadar basit olmasıbu denklemin çözümünün önündeki en önemli güçlüklerden birisini oluşturuyor. O yüzden de, bu denklemin her iki tarafını da dikkate alan ulusal ve uluslararası tasarım ve politika çerçeveleri, hem ekonomik erişilebilirliği hem de sürdürülebilirliği birlikte mümkün kılacak tek yol olarak görülüyor.