Hem çok dolu hem de çok boş hissediyorum gittiğin günden beri. Gittiğin demek de istemiyorum da... Ayrıldığımız o gün, hayatımın en zor anıydı. Henüz sıcacık boynunu son bir umutla kontrol edecek kadar güçlü ama artık bomboştum. O gün öğrenmemiştim aslında her anın değerini. Arabada giderken montunu çıkarıp arkaya uzattığında acaba ne zaman bu mont böyle sıcak olmayacak diye düşünürken, acaba bu son doğum günü mü, bu son kahvaltımız mı derken her saniye anlamlandı benim için. Fakat ölümün bizi ayırdığı gün, yaşam da anlamını kaybetti baba.
Nasıl anlatsam, bilmiyorum ki. Gün batımını yaşadık seninle son yıllarda. Dünyanın en güzel renkleri; turuncular, kırmızılar, maviler... Günün en güzel saati belki ama güneş gitmek üzere, çok yakında simsiyah olacaktı gökyüzü. İşte o güneş hiç doğmamak üzere battı 12 Kasım sabahı. Ben de maalesef büyüdüm.
Dört yıl sonra bile yolda bazen sana benzeyen insanlarla denk geliyorum, bazen vücuduma bakıp benzerliğimizi düşünüyorum. İşte yaşıyor diyorum. Benimle hayattasın. Sonra hastanede ellerimi tutup beni ne kadar çok sevdiğini söylediğin ana gidiyorum, şimdi ne kadar eksik olduğumu fark ediyorum. En mutlu olduğum anlarda bile bunu seninle paylaşamayacak olmanın burukluğu sarıyor içimi. Yokluğunun sesi her geçen gün daha fazla kulaklarımda çınlarken bir yanım da kızın olmakla çok şanslı ve gururlu hissediyor. Hep senin gibi akıllı, çalışkan, dürüst ve şerefli olmak için çabaladım. Tek bir dilek hakkım olsa yanında olmayı seçerdim ama ayrı olduğumuz bu süreçte gözün arkada kalmasın. Canım babam, hepimiz seni çok seviyoruz.