Önceki gün Dünya Emekliler Günü’ydü. Her yıl 30 Haziran’da kutlanan, ömürlerini çalışarak geçirmiş, ülke ekonomisine katkı sağlamış ve hak ettikleri huzurlu bir yaşamı bekleyen/hayal eden emeklileri onurlandırmak adına önemli bir gün. Ne var ki ülkemizde bu anlamlı gün, kutlamadan çok bir dertleşme/yakınma hatta ve hatta son yıllarda feryat figan günü haline gelmiş durumda. Çünkü milyonlarca emekli bırakın insan gibi yaşamayı, bir kuru ekmeğe muhtaç hale getirilmiş, sağlık hizmetlerinden sosyal yaşama binbir türlü sorunla boğuşur duruma düşürülmüş durumda…

Emeklilik, birçok insan için ‘dinlenme, torun sevme, huzur bulma’ dönemi olarak hayal edilir. Ancak ülkemizde yaşadığımız, tanık olduğumuz gerçekler bundan çok ama çok farklı. Milyonlarca emekli, aldığı maaşla temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamaz hale gelmiş durumda. TÜİK’in verileri ile çelişen yaşam gerçekleri, pazarda elinde hesap makinesiyle dolaşan emeklileri, ucuz ekmek kuyruklarında saatlerce bekleyen yaşlıları sık sık ekranlara taşıyor.

En düşük emekli maaşının asgari ücretin çok çok altında olduğu ülkede yüz binlerce emekli yaşayabilmek için ilerlemiş yaşına rağmen ikinci bir işte çalışmaya mahkum edilmiş. Kimi simit satıyor, kimi apartman görevi, kimi inşaat bekçiliği…

Kimileri ise kalan hayatını sosyal yardım kuyruklarında geçiriyor.

Emeklilerin büyük bölümü yaş itibarıyla sağlık hizmetlerine en çok ihtiyaç duyan grubu oluşturuyor. Fakat gerek ilaç katkı payları, gerekse özel hastanelerdeki yüksek muayene ücretleri, birçok emeklinin tedavi sürecini sekteye uğratıyor. Kamu hastanelerinde ise aylar sonrasına verilen randevular, yaşlıların zamanla yarıştığı bu dönemde sağlığına geç ulaşmasına neden oluyor.

Yetersiz ekonomik koşullar yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda psikolojik çöküntülere de neden oluyor. Gelişmiş ülkelerde emekli her yıl bir veya iki kez tatile çıkabilirken, Türkiye’deki emekli ne sosyal aktivitelere katılabiliyor, ne tatile çıkabiliyor. Giderek yalnızlaşıyor ve görünmez hale geliyor. Yaşanan bu trajediye rağmen ülkeyi yönetenlerin duyarsızlığı, aymazlığı ise kahrediyor.

Bu karamsar tabloya rağmen, çözüm yolları elbette mevcut. Tabi öncelikle, ‘ölen ölsün kalan sağlar bizimdir’ yaklaşımından vazgeçilmeli. Emeklilerin alım gücünü artıracak köklü bir maaş düzenlemesi yapılmalı. Emekli maaşlarının, asgari yaşam standardını karşılayacak düzeye çekilmesi, bir lütuf değil, anayasal bir hak çünkü.

Ayrıca sağlık hizmetlerine erişimin kolaylaştırılması, yaşlı dostu kentlerin oluşturulması ve sosyal hayata entegrasyonu destekleyecek projelerin artırılması da gerek.

Önceki gün Dünya Emekliler Günü’ydü...

Türkiye’deki emekliler, sadece tebrik değil, hak ettikleri onurlu yaşamı talep ediyor. Onları sadece anmak yetmez; onların sesini duymak, taleplerine kulak vermek ve yaşamlarını kolaylaştıracak adımlar atmak gerek.

Unutmamalı ki, bir ülkenin vicdanı, yaşlısına ve emeklisine verdiği değerle ölçülür.