Türkiye’de ve dünyada insan hayatı artık tamamen sosyal medya ile şekilleniyor. Sosyal medyanın hayatımızın her anına nüfuz ettiği bu dönemin en büyük hastalığı ise ne bağlantılar, ne takipçi sayıları ne de beğeni. En büyük hastalık, hakikatlerin yerini algıların alması…
Artık doğrular değil, en çok paylaşılanlar önem taşıyor.
Haberler değil, algılar öncelik kazanıyor.
Yalan bilgi, manipülasyon ve dedikodu sosyal medya ekosisteminde hızla yayılıyor.
İnsanlar, gerçekleri değil, kendilerine uygun olanı tüketiyor.
Toplumun gündemi, objektif değerlendirmelerden ziyade, tıklanma, paylaşılma ve retweet sayısına göre şekilleniyor.
Tabi bu durum, siyaseti de derinden etkiliyor. Parti propagandaları, manipülatif haberler, yalan ve çarpıtılmış bilgiler, seçmen üzerinde gerçekçi bir değerlendirme yapmayı imkânsız hâle getiriyor. İktidar da muhalefet de sosyal medyayı halkın gözünü boyamak için etkin şekilde kullanıyor. Sonuç?
Toplum, gerçekleri göremiyor, algılar üzerinden yönetiliyor…
Sorunun boyutu sadece siyasette değil, günlük yaşamda da hissediliyor. İnsanlar birbirine güvenmiyor, tartışmalar saldırganlaşıyor, kutuplaşma derinleşiyor. ‘Hakikatin ölümü’ sadece bireyleri değil, toplumun bütününü zehirliyor. Gençler, bilgiye ulaşabilecekleri bu çağda bile yanlış ve eksik bilgilerle büyüyor. Eleştirel düşünme yetisi zayıflıyor, her fikir kendi doğrusuymuş gibi sunuluyor.
Bu tabloyu düzeltmek için tek yol, bireysel ve toplumsal vicdanın güçlendirilmesi elbet. Eğitimde eleştirel düşünceyi öne çıkarmadan, bilgiye erişimi sadece sosyal medyadan sağlamaya devam edersek, nesiller boyu hakikati kaybetmeye mahkumuz. Sosyal medya aslında iyi kullanıldığında bilgiye erişimi kolaylaştırabilir ancak kontrolsüz ve bilinçsiz kullanım toplumu cehalete ve manipülasyona teslim eder ki, bugün yaşadığımız da maalesef budur.
Ülkemiz ne yazık ki hakikatin yerine algıların hüküm sürdüğü bir dönemden geçiyor. Eğer toplum, gerçek bilgi ve doğruluk adına harekete geçmezse, sosyal medya çağında hakikat tamamen erozyona uğrayacak. Artık bireyler olarak sorumluluk almak, doğruyu ve yanlışı ayırt etmek, eleştirel düşünmeyi savunmak zorundayız. Yoksa bu nesil, bilgi çağı yerine manipülasyon çağına hapsolacak.
Hakikat erozyonunun bir başka boyutu da, insanların kendi ‘dijital kimlikleri’ni yaratırken gerçek kimliklerinden uzaklaşması. Sosyal medya profilleri çoğu zaman idealize edilmiş, süslenmiş, hatta tamamen kurgulanmış hayatların sahnesi haline geliyor. Bu durum, bireylerde kıyas kültürünü, yetersizlik duygusunu ve psikolojik baskıyı artırıyor. Gerçeğin yerine ‘mutluluk yanılsamaları’ geçince, insanlar hem kendilerine hem de başkalarına yabancılaşıyor. Hakikat sadece toplum düzeyinde değil, bireysel yaşamda da silikleşiyor.
Bütün bu tablo karşısında yapılması gereken en önemli adımlardan biri, dijital okuryazarlığı yaygınlaştırmak olacaktır. İnsanlara sadece teknolojiyi kullanmayı değil, bilgiye eleştirel yaklaşmayı da öğretmek zorundayız. Okullarda, üniversitelerde, hatta yetişkin eğitimlerinde sosyal medyanın riskleri, doğrulama yöntemleri ve bilgi güvenliği konularında bilinç oluşturulmalı. Hakikati yeniden canlandırmak, sadece bireylerin değil; devletin, eğitim kurumlarının ve medyanın da ortak sorumluluğudur. Ancak bu şekilde, manipülasyon çağından çıkıp gerçekten bilgi çağında yaşayabiliriz.