Türkiye’nin en büyük hastalığı nedir diye sorulsa, hiç düşünmeden ‘rant düzeni’ derim. Çünkü bu düzen, ülkenin bütün damarlarına işlemiş, bütün ahlakını kemirmiş, bütün geleceğini ipotek altına almış bir hastalık gibi her geçen gün biraza daha yayılıyor...
Günümüzde artık bir yerde zenginleşmenin yolu üretmekten değil, ‘devletle bağlantı kurmaktan’ geçiyor. İhale almak, torpil bulmak, ‘birilerinin adamı’ olmak başarı sayılıyor. Alın teriyle, bilgiyle, emekle yükselmek neredeyse aptallık olarak görülüyor. Bir zamanlar dürüstlük erdem sayılırken, mevcut sistem içerisinde dürüst kalmak bir erdem değil, handikap haline gelmiş durumda.
İktidar, devleti adeta bir ganimet gibi dağıtıyor. Kamu kaynakları yandaş müteahhitlere, cemaat görünümlü şirketlere, mafyavari yapılara peşkeş çekiliyor. Kamuda liyakat yerini sadakate bırakmış. Yetkili makamlar, sorumluluk yerine koltuk güvenliği peşinde. Kamu malı ‘benim malım’ sanılıyor; denetim mekanizmaları ise işlemiyor veya etkisizleştirilmiş durumda.
Muhalefet farklı mı? Hayır. Onlar da bu düzenin dışında değil. İşte son zamanlarda iyice ivme kazanan belediyelere yönelik operasyonlar ortada. Hatta yaşadığımız kentte olanlar… ‘Yok artık, bu kadarına da pes’ dedirten nice yolsuzluk, arsızlık, rüşvet hadiselerini dehşet ve ibret içerisinde izliyoruz. Belediyeler üzerinden yürüyen çıkar ilişkileri, partiler içindeki klikleşmeler, koltuk pazarlıkları, eski hataları tekrar eden politikalar vs… Hepsi aynı çürümüş düzenin parçaları.
Ve bir kez daha anlıyoruz ki, ‘Biz gelince her şey değişecek’ söylemi boş bir slogandan ibaret...
Toplumsal çürümenin en acı boyutu ise halkın buna alışmış olması.. Rüşveti ‘çarkı yağlama’ olarak, torpili ‘yardım’ olarak meşrulaştırıyoruz. Kamu malını çalanı kınıyoruz ama sohbetlerimizde, ‘fırsatını bulursan sen de yapacaksın arkadaş’ demeyi de ihmal etmiyoruz. Şirketler, belediyeler ve siyasi partiler çıkar ve menfaat gruplarının ağına teslim olmuş durumda. İşte gerçek çürüme burada başlıyor.
Bu düzenin adı açık ve net, ahlaksızlık ve vicdansızlıktır. Ne anayasa değişikliği, ne seçim sistemi reformu, ne de lider değişimi bu çürümeyi kökten çözemez. Çünkü asıl sorun, toplumun vicdanında ve bireylerin ahlak anlayışında yatıyor.
Eğer adalet yoksa, yasa işlemez. Eğer namus yoksa, liyakat yoksa, anayasa da kağıt üstünde kalır. Ülke kaynaklarını talan edenler, sıradan vatandaşın vicdanında bir rahatsızlık yaratmıyorsa, sistem zaten kendini yeniden üretmeye devam eder.
Türkiye’nin acil ve öncelikli ihtiyacı; önce rant düzenini yıkan, emeği ve hakkaniyeti merkeze alan bir toplumsal yeniden doğuştur. Bu doğuş, tepeden değil, en dipten başlamalıdır. Aileden, eğitimden, yerel yönetimlerden başlayan bir vicdan ve ahlak seferberliği olmadan, hangi lider gelirse gelsin, hangi yasa çıkarılırsa çıkarılsın, bu çürümüş düzen değişmeyecektir…
Unutmayalım; Bir toplum çürüdüğünde, bunun faturası sadece devlet kurumlarına değil, her birimizin yaşamına kesilir. Bugün rant düzeniyle kaybedilen her fırsat, yarının kayıp nesillerine yazılan bir senettir vessalam...