Çakış Ovası’nın şimal/kuzey tarafını takip eden şose ile köprünün bir buçuk saat kadar uzağında nahiye merkezi olan Taşağıl Köyü vardır. (Taşağıl kelimesi ‘Taş Ahır’ kelimesinden galattır. 80-90 yıl önce Sarı Bekir uşaklarından Bekir Mehmet Ali Çavuş, Hacı Halil ve daha sonra Hacı Hatipler buraya çit yerine taştan bir ağıl yapmışlardı. Onun için köyün adına ‘Taş Ahır’ denilmişti. Sonradan ‘Taşağıl’ denilmeye başlanmıştır.)

Taşağıl yüksek ve çıplak dağlara arkasını vermiş bir tepe üzerindedir. Şimal tarafı kapalı ise de cenup/güney manzarası pek latiftir. Cenuptaki bu geniş ova denize kadar uzanmıştır. Köyün bir saat kadar cenubunda dalgalı tepeler bulunup bu tepelerin dibinde eski iki kule vardı. Bunlardan birisi Syllon harabesinde görülen kuleye benzerdi ve karşılıklı iki kapısı vardı. Bu kule üç katlı idi; son senelerde kâmilen yıkılmıştır. İkinci kule de birinciye benzer idi ise de kapı yerine yalnız bir metre açıklığında bir deliği vardı. Bu da yok olmuştur. Burası, ihtiyar Side ile Aspendos şehirleri arasında müstahkem bir mevki olduğu ve bazı kolonlarla laht ve kireç ocakları enkazının bulunmasına bakılırsa burasının aynı zamanda ahali ile de meskûn bulunduğu anlaşılır. Bu civara bugün ‘Güvercinlik’ denir.

Evliya Çelebi burasını şöyle tasvir eder:

‘‘Evsâf-ı Kal’a-i Güvercinlik, Teke hâkinde/toprağında Karahisar nahiyesinde bir yalçın püste/tepe üzere, şekl-i murabba bir şeddâdî bina sa’b/zor ve metin kal’adır, cirmi/büyüklüğü 80 adımdır. Bir kat kal’a-i bâlâdır ve cenuba nazır bir kapısı var, içinde dizdar ve neferatı yoktur. Kırk elli miktarı saz örtülü Türkmen evleri vardır. Onlar dahi kışın sakin olurlar, gayri zaman muattaldır/boştur. Bunu dahi temaşa edip ve bir saat gidip Fil Deresi’ni at ile ubur edip/geçip Manavgat hududu derler amma köylerinden ve kasabalarından bir fert haber vermeyip âcizmande/acizlik içerisinde kaldık. Cümlesi ‘Manavgat’ı bilmeyiz’ diye inkâr edip ferdaya/ahirete salarlar. Acip haramzade kavimdir. Ve bu dağlarda kaplan çoktur. Zira gayet taşlı ve ormanlı dağlardır. Hatta hakir ayâ bu gece nereye konsak diye serseri gezerken bir dere içinde bir camusu bir kaplan sayd edip/avlayıp iptida/önce ciğerin çıkarıp yerken biz dahi üzerine varınca hemen şikârın/avını bırakıp derenin mürtefi/yüksek yerine çıkıp bize aleri aleri/kızgın kızgın bakarken, fakir camus can havliyle ayağa kalkıp giderken yine yakaladı, hemen kaplan ra’d-vâr/gök gürültüsü gibi gürleyip hemen hakirin memlûkleri/askerleri birkaç kol tüfenkleri atıp kaplan bir püste/tepe üzere firar etti. Hakir arkadan seyr u temâşâ ederken dağlar içinde bir gürültü zahir olup mezkûr kaplanın şikârı üzere Kastamonu katırından müfrit/büyük bir kaplanı beyabanı parça parça edip ekletmeye başlayınca evvelki kaplan gelip birbirleri ile öyle cenk ü cidal edip hakir bu hâli görüp şükr-i Yezdan eyleyip/Allah’a şükredip kaplanların yanına varıp derilerin yüzerken üç Türk adamı gelip onlar imdat edip filhâl iki kaplan derisi sahibi olup bu azim seyr u temaşa edip vâlih/şaşkın hayran olduk.

Bu Manavgat kavmi kaplanlarından mel’undurlar. Elhâsıl işte o Manavgat bu mahaldir der bir adam bulamayıp zâr ve sergerdân vâlih ü hayran dokuz saat gezip âher karye/diğer köy Yonma Taş demekle maruf bir yalçın kaya dibinde yetmiş seksen evli bir Etrâk-i bî idrâk köyünde misafir olup renç anâ/yorgunluk meşakkati ile atlarımıza yem ve bizlere taam getirip onda meks edip/eylenip Yonma Taş nam kayaya bir saat çıkıp seyr u temaşa ettik. Bu sahrada vâki olmuş zirve-i âlâya ser çekmiş bir sivri kayadır. Ol diyar kavminin zu’mu üç bin oruk bu kayaya gelip at gibi binerdi diye efvâh-i nâs da/insanların ağzında şâyi’dir, amma lâgivdir. Lakin vâcibu’s-seyr ibret-nümâ gûhi bâlâdır. Ondan yine konağımız olan Yonma Taş’a geldik. Bunlar dahi ‘Manavgatlı değiliz’ diye inkâr ettiler amma tahkik Manavgat hudududur ve Alaiye Sancağı hükmündedir. Teke hükmü bu Yonma Taş’tan geri kaldı ve bu köyden kalkıp iki saat düz yerlerde korular içre ubur ederek Nehr-i Sarısu ol kadar azim su değildir. Alaiye yaylalarından gelip bu cisr/köprü mahallinde Akdeniz’e mahlût olur/karışır âb-ı hayat sudur. Latif ve leziz mâhîleri/balıkları olur ve menbaı âb-ı zülâli karlı dağlardan gelir ve nehrin kenarında büklüler içinde kara canavarları çok olur, acip avgâh yeridir. Onu cisirden ubur ile beş saat gidip…

Nehri kimi Manavgat şimal canibinden latif ve Seydişehir dağlarından cem olup, bir âb-ı azim olup bu mahallere bir saat sonra Akdeniz’e mahlût olur. Bu nehri gemi ile mürur edip…

Kasaba-i Manavgat, Alaiye Sancağı subaşılıktır ve yüz elli akçe kaza-yı âsunidir ve nahşyesi kırk pâre kuradır, yetmiş seksen miktarı sarı toprak örtülü evlerdir. Bir camii ve bir hamamı ve bir hanı ve yedi dükkanları var amma haftada bir gün azim pazarı olup binden mütecaviz koli ve sıra dükkanları vardır. Nehrin kenarında yirmi bin adam cem olup köşe köşe sâye-i çınar bid/dalları sarkmış söğüt ağaçları sernigûndur. Germagern/pek kızışmış zevk safa ederler. Ondan mahsullü yine şarka üç saat düz sahralı ve mâmur âbâdan kuralar ubur ederek…’’

Yukarıda adı geçen Güvercinlik’ten sonra dalgalı ve münbit ovalar geçilerek iki buçuk saatta Hatıplar Köyü’ne varılır (1891 yılında burasını ziyaret eden Rudolf Heberder eski bir duvar ile birkaç nakışlı taşa tesadüf ettiğini eserinde yazıyor. Rudolf, burada Hamit… mükemmel bir ziyafet verildiğini ve buradaki eski taşların Seleuxia’dan geldiğini de ilave ediyor.)

Burada bazı eski eserler görülmekte ise de bunların başka yerlerden getirilmiş olduğuna şüphe yoktur. Köyün şark tarafında daha yüksek tepeler geçilerek bir buçuk saatte Sarılar Köyü’ne varılır.

Sarılar’da ev duvarlarına konulmuş pek çok heykel ve nakışlı mermer parçaları göze çarpmaktadır ki, bunların, yarım saat şimal-i şarkide/kuzey doğuda bulunan ve Dikmen denilen hisardan getirildiği söylenmektedir. Köyün cami kapısı üzerinde şu kitabe vardır:

‘‘Sâhibu’l-hayrât ec-câmi’u’ş-şerif Tugayzâde Mehmet Ağa nevverallâhu merkadehu ve benâ hâze’l-imârete’l-mübâreke İbrahim Ağa bin Tugayzâde Mehmet Ağa es’adellâhu fi’d-dâreyn. Seb’a ve miete ve elf. Kâtip Osman gaferallâhu’’

Bu kitabeden anlaşıldığına göre cami, 1177/1763 yılında Tugayzâdelerden Mehmet Ağa’nın vasiyeti üzerine oğlu İbrahim Ağa tarafından yaptırılmıştır.

Caminin yan duvarında dahi ‘‘Sâhibu’l-hayrat ve’l-hasenat Hasan Paşa …..’’ kırık kitabesi mevcut ise de caminin asıl banisi Hasan Paşa mıdır, yoksa bu kitabe başka yerden getirilip gelişi güzel buraya mı konulmuştur, bu cihet anlaşılamamaktadır. (Süleyman Fikri Erten, Antalya’dan Anamur’a Doğru, TürkAkdeniz Dergisi, Mart 1938, Sayı 7, syf. 10-12)