Side Tiyatrosu, Belkıs ve Murtuna’da gördüğümüz tiyatrolardan büyüktür. Bu genişlik bu nevi tiyatroların hadd-i azamisi/büyük kısmı olup on beş bin kişinin istiabına kâfidir. Tiyatronun nısıf kutru/yarı çapı 51.35 ve irtifaı/yüksekliği 21.67 metredir. Oturmaya mahsus kademelerin/merdivenlerin adedi elli birdir. Tiyatro düz bir yerde yapılmış ve iç tarafı ile dış kemerlerin nihayetine kadar 21.20 metre mesafe vardır. Vilayetimizde bundan büyük tiyatro mevcut değildir.
Roma devrinin mahsulü olan bu azametli binaya ara sıra uğrayan bir seyyah hayran hayran bakmakla iktifa ederek/yetinerek geçiyor. Binlerce esirin hayatı bahasına yapılan bu muazzam eserlerin, saltanatların yerlerinde şimdi derin bir sükût/sessizlik, lâhutî bir sükûnet hüküm-ferma oluyor. Bu sükûtu yalnız bazı kuşların cıvıltısı bozmaktadır. Kim bilir ne zamandan beri insan görmeyen dağ serçeleri pek nadir olarak buradan geçen bir meraklıdan ürkerek dikenli ağaçların neftî gölgelerine doğru kaçıyor. Harap olan duvarların çatlaklarından koca siyah kertenkeleler başları uzatıp çekiyorlar. Kim bilir görünmez köşe bucaklarda ne kadar yılanlar zehirlerini saçıyor ve kızgın havanın ateşli alevini emiyor.
Tiyatronun yanında cephesi birçok dorik/Antik Yunan tarzında beyaz mermer sütunlarla tezyin edilmiş jimnazyum görülüyor. Bu binalar için hiçbir fedakarlığın esirgenmediği görülüyor. Gerek tiyatro gerek jimnazyum insan eli ile tahrip edilemeyecek cesamet ve metanette yapılmış ise de vakaların tesiri ile, asırların geçişiyle değil, daha katî ve daha müessir surette mukavemete kabil olmayan ve tarihin zaptına geçmeyen büyük bir zelzele neticesinde Side’nin lâ-yemût/ölümsüz zannedilen bu binaları da yıkılmış ve yerinden oynamıştır. Sütunlar yuvarlanmış ve ekserisi kırılmış, ebniye/binaların duvarları çatlamış ve zaman geçtikçe onlarda yere serilmiştir. Eski insanların sa’y ve gayretini, iktidar ve sebatını görmek ve anlamak için Side harabisini ziyaret etmek kifayet eder. Osmanlılarda değil Selçukîlere bile ait hiçbir eser bulunmamasına bakılırsa daha eski zamanlarda şehrin büsbütün terkedildiği ve o eski debdebeler hatıratının bugün sönmüş bitmiş olduğu binlerce sene taşıdığı ‘Side’ ismini de kaybettiği görülüyor.
Meydanda kalıp kırılan heykellerin, nakışlı taş ve kitabelerin haddi hesabı yoktur; kırılan âsârın/eserlerin hep Roma devrine ait olduğu anlaşılıyor. Yunan zamanına ait heykellerin Keyhusrev devrinde kırıldığı tahmin edilebilir.
Milattan 450 yıl önce Anadolu’yu istila eden İran ordusu, yalnız fatih değil, aynı zamanda din inkılapçısı idi. Bunlar tek ve görünmez bir mabud tanıyorlardı. Ne mabed ne heykel hiçbir şey yapmazlardı. Yunanîlerin yaptıkları mermer ve tahta mabudlarını kırıp tahrip etmek onlar için şerefli bir vazife idi.
İkinci bir tahrip, Hristiyanlığın ilk zamanlarında başlayarak birkaç yüz sene devam etmişti. Bilhassa sekizinci asır ile dokuzuncunun bir kısmı zarfında bunlar aleyhinde mütedavil/devam eden olan efkâr/fikirler, Asya’da İconoclastes denilen put kırıcı Hristiyanlardan mutaassıp bir fırka tarafından pek çok sanat eserlerinin tahrip edildiği tarihlerde yazılıdır. Diyebiliriz ki, Bizans devri, eski medeniyenin en tahirpkâr bir devridir. Putperesliğe ait binalara ve heykellere Brahman’a olan tecavüzatın ileri gittiği tarih-i miladının ikinci asrında ve bunu müteakip Hristiyan dininin imparatorluğun resmi dini ilanından ve eski dine ait binaların yıkılmasına ve sütun, heykel vesaire gibi mimari aksamının yeni inşaatta kullanılmasına müsait olduğundan tahribat daha geniş mikyasta devam etmiştir.
Muhîtu’l-maarif’in verdiği mâlumata nazaran, Roma İmparatoru Birinci Kostantin, Hristiyanlığı kabul ederek 313 tarihinde Milan’da neşreylediği bir emirnamede İsa dinini Roma’nın resmi dini olarak ilan ile ‘Veseniyete/Puta tapmaya’ nihayet verdi. Ulûm-i veseniye/put ilimleri sanatı itibardan düştü. Milan Emirnamesi Yunan ve Roma sanatını bitirdi. Âbidatı tahribe ve yıkmaya başladılar. Orta zaman Roma beldesi ilk zaman Roma beldesinin enkazı ile yenilendi. Eski heykel yarı kabartma oymalar; bütün bu âsâr, hane ve mesken inşasına harcandı. Eski binalar taş ocakları gibi işlendi. Beşinci asr-ı miladide papa bulunan Nikola 1447 Kolize harbinden 2600 öküz arabası tıraverte denilen bir nevi sert bina taşı çıkarttı.
14 üncü asırda yaşayan İtalyalı Petrak’lenin ‘Roma beldesinde tanılamayacak bir yer varsa o da Roma’dır’ ifadesi pek muhakkaktır.
Bu tahribat her yerde yapıldığı gibi Side’de dahi geniş mikyasta yapılmıştır. Side’nin yalnız kale haricinde ve garp sahili yakınında bulunan büyük bir bina enkazının altında sekiz insan heykelinin kırıldığını saydım. Side’nin her tarafında böyle tahribat görülmektedir.
Muhtelif zamanlarda pek çok tarihî vakaları görmüş geçirmiş olan Side’nin vakti ile heykeltıraşlığın müterakki bir devrini de görmüş olduğu mevcut olan enkazdan anlaşılıyor. Bundan başka Glyptigne denilen oymacılık, Camees denilen mücevherat kabartmacılığı sanatının pek müterakki olduğu ara sıra çıkan yüzük taşlarından ve saireden anlaşılıyor.
Kale haricinde Nimfeon’un şimaline/kuzeyine tesadüf eden arazi, putperestlikten kalma lahitler ile doludur. Putperestlerin kanunu mucibince kabirler hükümetin muhafazası altında olduğundan her türlü taarruzdan mâsun idi. Kabristana tecavüz edenler ceza görürler ve aynı zamanda itikatlarınca mabutların gazabına uğrarlardı. Kabirlerin aile ve sahibinin isimleri hükümetçe mukayyit ve kitabelerinde mezkûr idi. Bunların usulü asırlarca muhafaza edilmiş ve Hristiyan idaresinin teessüsüne kadar devam etmiştir. Putperestler medfenine/mezarına nezir/adak olarak ışık korlardı. Bu da cehenneme indiği zaman aydınlanması içindi. Ervahı/Ruhları azad eden mabutlara takdim etmek üzere ıtriyat kaplarını da mezara korlardı. İş bu ufak kandillere buralarda haylice tesadüf edilmektedir.
Side’nin tarihçesi: Gerek ilk ve gerek orta zamanlarda geniş ticaret, büyük refah ve saadet görmüş siyaseten mühim bir mevki işgal etmiş olan bu azametli şehrin tarihî vukuatı hakkında maalesef pek az mâlumatımız vardır. Side’nin teessüs zamanı mâlum değilse de daha Finikeliler zamanında mevcudiyetine muhakkak nazarı ile bakılabilir. Fakat onlara ait hiçbir eser kalmamıştır. Pek eski bir zamanda buralarda, henüz halledilemeyen Pamfilya lisanı konuşuluyordu. Bu lisan hakkında şimdilik bir şey denilemez. Bunu ileride yapılacak hafriyata terk etmekliğimiz icap eder.
Side hakkındaki tarihî mâlumat ancak Büyük İskender’den sonra başlarsa da o da pek noksandır. İskender’den sonra Side şehri yine mühim bir mevki tutmuş ve eski mamuriyet ve servetine kavuşmuştur. İrânîlerin Anadolu’da teşkil ettikleri hükümet, yalnız asker toplamak ve vergi almakla iktifa etmişti. Buldukları milletleri kendi kültürlerinin inkişaflarına terk ediyorlardı. Binaenaleyh yerli akvamını/kavimlerini kendilerine mal etmediklerinden inkırazlarının pek seri bir surette vuku bulduğu muhakkaktır.
Milattan 329 yıl önce, İskender’in mâlum olan Küçük Asya Seferi’nde Perge/Murtuna, Aspendos/Balkıs’ı zaptettikten sonra bizzat Side üzerine yürümüştü. Muzafferiyetinin derecesini işiten Sideliler dahi kendisine karşı mukavemete cesaret edemeyerek şehri muharebesiz teslim etmişlerdi. İskender bunlardan bir miktar para alarak ve askerinin bir miktarını bıraktıktan sonra, avdetle Sillon üzerine yürümüştü. Livius, Plybios, Sidelilerin denizde olan faaliyetlerini methetmekte ve hatta bunların gemilerinin Anibal’ın sağ cenahını idare etmekte olduklarını zikretmektedirler.
Milattan 195 yıl önceden beri Bergama’da hükümranlık eden Ömenis zamanında Roma’ya pek çok süs ve ev eşyası gönderilip sattırılmakta olduğu zamanlarda Side’den dahi küllî miktarda kıymetli mensucat ve altın ve sırma kilim, seccade vesaire gönderiyordu. Bundan anlaşılıyor ki Side’de güzel sanatlar ileri bir derecede idi.
Side nazarî ilimlerde dahi terakki etmişti/ilerlemişti. Meşhur kânun-şinas Trivonianus burada doğduğu gibi meşhur tabib Markellus Siditıo ile müellif Filipos ve Ustatios bu şehirde yetişmişti.
Mâmafih/Bununla beraber Side şehrinin büyük şöhreti korsanlık ve üserâ/esirler alım satımı idi. Sahil ve dahildeki memleketlerden alınan ve toplanan malların ambarı burası idi. Bu malların ekseriyetini esirler teşkil ediyordu. Side’nin senelerce Roma âleminin esir pazarı olduğunu ve burada esirlerin müzayede ile satıldığı Ch. Texier yazıyor.
Sidelilerin esirleri Delos’e ve oradan İtalya’ya taşıdıkları şüphesizdir.
Anadolu’nun Akdeniz sahasında en meşhur korsan yerleri Faselis/Tekirova ve burası ile Alanya idi. (Süleyman Fikri Erten, Antalya’dan Anamur’a Doğru 5, TürkAkdeniz Dergisi, Ağustos 1938, Sayı 10, syf. 9-13)