İş bu köyde (Sorkun’da) mimari sanatından mahrum 15.60 tûlünde/uzunluğunda ve sekiz metre arzında/genişliğinde Rüstem Paşa Camii vardır. Caminin hangi tarihte yapıldığı mâlum değilse de duvarında 1135/1722 tarihinde tamir edildiği yazılıdır. Minaresi yüksek merdivenli bir duvardan ibarettir. Cami imamının elinde şu beratı görmüştüm: ‘Alâiye Sancağı’nda, Manavgat kazasında Sorkun Karyesi’nde vâki Rüstem Paşa Camii Şerifi vakfından yevmî dört akçe ile vaizliği cihetinden …. 1281 senesi Cemaziyelevvelin dördüncü günü tarihli berat.’
Camiin banisi Rüstem Paşa olduğu berattan anlaşılıyorsa da Rüstem Paşa’nın kim olduğu ve ne münasebetle buraya gelerek bir cami inşa ettirdiği bir türlü anlaşılamamaktadır. Bu hususta bir kayda tesadüf edemedim.
Caminin tarla olarak küllî miktarda vakıfları bulunduğu ve mürur-i zamanla/zaman geçtikçe eşhas/şahısların elinde kaldığı rivayet olunmaktadır.
Köyde yaptığım araştırmada, bir harap evin enkazı altında toprağa gömülmüş ve Hisarcık’ta görülen Dede lahdine benzer bir mermer lahit sandukasını buldum. Nakışlı ve ak mermerden olan bu sandukanın uzunluğu 1.96, kaidesinin genişliği 33 santimetredir. Üstündeki mâillerin birer cephesinde birer âyet yazılıdır. Baş tarafında üç ufak satırında: ‘Târîhu min umrihi … el-menar … es-sene selâsü ve semâni mie/83’ yazılıdır. Ayak tarafında da üç satırında: ‘…El-mağfûr eş-Şehîd Rüstem…’ Harflerin yüksekliği 18 santimetredir. Tahminime göre bu sanduka camiin bânisi Rüstem Paşa’ya aittir. Yazıdan anlaşıldığına göre Rüstem Paşa 803 hicrî yılında vefat etmiş ve buralarda defnedilmiştir.
Sorkun’la Eski Antalya/Side arasında 4 kilometrelik bir mesafe vardır. Side/Eski Antalya’ya yakın ve bir kilometre kadar devam eden sarı renkte ince kum tepeleri mevcuttur. Rüzgâr ve kasırgalar vasıtası ile denizden pek çok kum buralara yığılmış ve sahilden iki kilometre kadar uzanarak yedi-sekiz metre bir irtifa kesbetmiştir/kazanmıştır. Tepeler arasında seyrek cesim/büyük bina harabelerinin görülmesi, kumlar altında daha birçok binaların bulunduğunu zannettirmektedir.
Eski adı ‘Side’ olan ‘Eski Antalya’ 1328 Rûmî (1912) tarihinde Liva Encümeni’nin kararı ile ‘Selimiye’ ismini almıştır. Ve bugün bu adla anılmakta ise de Eski Antalya adı henüz unutulmamıştır. Eski Antalya isminin ne zaman konulduğu mâlum değildir. Maamafih/Bununla beraber bu ad ile tesmiye edilmesinde hiçbir târihî sebep düşünülmediği gibi Selimiye isminin de, Andiya’ya ‘Yavuz’ ismi verilmesi gibi, sünuhattan/gelişigüzel olduğu muhakkaktır. Köy ve kasaba isimlerini değiştirmek icab ettiğinde biraz da târihi bir sebep nazarı itibara alınırsa daha iyi olacağını zannederim.
Side Kalesi’ne, doğu tarafında Hristiyanlık devrinde açılmış ufak bir kapıdan girer girmez ufak ufak bina harabeleri başlar. Binaların inşa tarzında, hepsinin Bizans devrine ait olduğu görülmektedir.
Side’nin mevkii: Asırlarca pek parlak bir hayat geçirmiş ve ahalisi çok zengin ve faal bulunduğu tarihte nâm bırakmış olan bu şehrin bidayeti teessüsü/ilk kuruluşu, sekiz yüz metre kadar cenuba/güneye uzanmış bir yarımada üzerindedir. İş bu yarımada Antalya’nın 32 mil doğusunda ve Alanya’nın 32 mil batısındadır. Burası Faselis/Tekirova’ya 640 sitad yâni 218 kilometre kadar uzakta tahmin edilebilir. Side’nin bulunduğu arazinin tabiatı asliyesi sert beraciya suhurudur. Ne şehirde ne de yakınında akar bir su yoksa da hemen deniz seviyesine müsavi ve eskiden beri mâlum ve suyu tatlı ufak bir menbaı vardır. 1885 miladi yılında buralarda tetkikatta bulunmuş olan Lanckoronski, iş bu suyun bazı kere deniz suyu ile karışarak tuzlu olduğunu yazıyor ki, pek doğrudur. Bu sudan hâlen istifade edilmektedir. Bundan başka kendinden kaynama birçok tatlı su kuyuları da vardır.
Side’nin parlak devirlerinde mevcut sular beğenilmemiş olmalıdır ki, birçok zahmet ve mesarif ihtiyar ile, dere tepe bakılmayarak altı saat mesafede bulunan Homa’dan -görülen lüzum üzerine- birçok yerlerde yüksek kemerler inşası ile daha sıhhî bir su getirilmiş olduğu bugün bile birçok yerlerindeki inşaattan anlaşılıyor. Gerek burada ve gerek Balkız’da gördüğümüz cesim kemerleri, o zamanlarda mevcut sular tahlil edilerek daha iyi sular aramak sureti ile umumi sıhhate fevkalade riayet edildiğini anlatmaktadır. Kalenin kuzeyinde ve asıl kale kapısının solunda mükemmel ve nakışlı Nimfeon harabesi hâlen harap bir halde ise de Balkız’da görülen Nimfeon’dan daha muazzam ve daha kıymetlidir.
Su buradan şehre ithal ile şehrin her tarafına akıtılmış ve bir kısmı güney tarafında ve deniz kenarındaki caddenin mebdeinde/başlangıcında görülen bazilikaya kadar götürülmüş olduğu görülmektedir. Bununla beraber bu su yolları dahi tarihin zaptına geçemeyen bir zamanda şiddetli bir zelzele sonucunda kâmilen harap olmuş bugün yalnız enkazı kalmıştır. (Süleyman Fikri Erten, Antalya’dan Anamur’a Doğru 4, TürkAkdeniz Dergisi, Haziran 1938, Sayı 9, syf. 8-10)