Side şehrinin müessesleri/kurucuları siyaseten ve ticareten ehemmiyeti haiz bir mevki seçmişlerdir. Çünkü gemilerle geniş mikyasta Akdeniz ticaretini temin etmek için güzel bir limana sahiptirler ve karadan içeriye doğru Toroslara kadar açık bir kara ticaret lebinin başlangıcıdır. Aynı zamanda yarımada olmak dolayısı ile kumlu araziyi takiben surlar inşası ile şehri takviye etmek de kolay olmuştur.
Side tahkimatını ikiye ayırmak mümkündür; Biri eski tahkimat, diğeri sonradan yapılan tahkimat. En eski tahkimattan bir iz, bir eser kalmamış gibidir. Eski tahkimat bilahare yapılan tahkimattan daha geniş bir sahayı işgal ettiği ve birçok zaman sonra tiyatrodan itibaren her iki tarafa doğru yapılan tahkimatta eski kale taşlarını kullandıkları görülüyor.
Sur, şehri çepçevre ihata etmekte ve deniz tarafından sahili takiben geçmektedir. Cenup/Güney kısmında pek metin inşaatta bulunulmuş ve şark kısmında karadan kumluk arazi üzerinden cenup şarkiden/güney doğudan şimal garbiye/kuzey batıya doğru uzanmıştır. Deniz tarafından yapılan surlar denize muttasıldır ve ancak bazı yerlerinde deniz ile dur arasında bir adam geçebilecek derecede dar bir mesafe bırakılmıştır. Dahilden çekilen esas surlar hemen kâmilen yıkılmış ise de kara cihetinde olanların ekserisi hâlâ eski yüksekliklerini muhafaza edebilmektedir.
Surlara dikkat edilirse deniz tarafından bazı yerlerde traventlerden ve ekserisi Bresya taşlarından ibarettir. Lancekoronski’nin ifadesini göre surun cenup ucunda on metre arzında ve on beş metre tûlunda/uzunluğunda kısmı cenubisi müdevver hârice doğru çıkmış ve yalnız alt tarafı bâki kalmış bir tek kule mevcuttur. Bugün iş bu kulenin hiçbir eserine tesadüf edilememekte ise de kulenin şimal tarafında şark ve cenuptan gelen surların birleştiği noktada ve deniz kenarında yuvarlak ve cesim bir kule görülmektedir. Keza kahve ittihaz olunan/yapılan yerin önünde mustatil/dikdörtgen bir kule kaidesine tesadüf edilir ki bu kulenin zemini kırmızı, beyaz ve kahve renkli muzayıklarla/mozayiklerle tezyin edilmiştir. Bu şekilde sağlam harçla dondurulmuş döşemelere şehrin daha birçok yerlerinde tesadüf olunmaktadır.
Kahvenin biraz garbinde itibaren şimale doğru uzanmış bir dalgakıran mevcuttur. Yüz metreden ziyade devam eden bu dalgakıranın Side Limanı için yapılmış olduğu muhakkaktır. Side’nin müterakki/gelişmiş/yükseliş asırlarında burası mükemmel bir liman iken bugün bir kısmı kumlarla dolmuş ise de yine pek güzel istifade edilmektedir. İş bu limanın cenup, şark ve şimal cihetleri kapalı, garp tarafı da dalgakıranla mahfuz bulunduğundan/korunduğundan rüzgârlı ve fırtınalı zamanlarda Side şehrinin deniz ticaretinde ileri gitmesine büyük bir sebep olmuştur.
Geniş ve dâirevi olan bu latif koyun şimalinde kumlu ve temiz bir sahil görünür. Bu müstevi/düz sarı kumlar üzerinde dağılan beyaz köpüklü dalgalar tatlı bir manzara teşkil etmektedir. Liman etrafında eskiden birçok kâşânelerin/köşklerin ve büyük ticarethanelerin sıralandığı enkazlarından anlaşılmaktadır. Burada garba doğru Antalya’ya kadar bütün sahil göründüğü gibi şimalden cenuba doğru uzanan Lisya’nın esmer renkli sıradağları görülmektedir. Bu limanın biraz cenubunda dahi bir küçük liman mevcut idi. Fakat bu liman kumla dolmuş olduğundan istifade edilememektedir.
Side’nin cenup tarafındaki surlarda pek büyük metanet/sağlamlık gösterilmiştir. Taşlar ikişer metreden ziyade uzun olarak yekdiğerine geçirilmiş olduğundan bu inşa tarzı ile denizin devamlı hücumlarına karşı gelinmiş olduğu anlaşılıyor. Bu metin surun arkasında da yetmiş santim arzında diğer bir istinad duvarı vardır ki bu hususta sarfedilen emek ve çekilen zahmetler hayrete şâyandır.
Surun cenup kısmında görülen iki kıvrıntı yerinde bir mabet vardır. Bütün şehri kateden büyük caddenin başlangıcı burasıdır. Burada bir kapının da bulunması ihtimali kavidir. Mabet bu kapının biraz şimalinde ve caddenin sol mebdeindedir/başlangıcındadır.
Karadan çekilen surların üst katı baştan başa müdafaa mazgallarıyla donatılmış ve surun arkasında birer istinatgâh/güvenilecek yer yapılmıştır. Surun şark tarafı kâmilen murabba/kare ve nısıf/yarım daire şeklinde burçlarla tahkim edilmiş olup kalelerin arasında 35-60 metre kadar birer mesafe bırakılmıştır. Beaufort, esas kapıdan başka biri garpta ve biri cenupta olarak daha iki kapı kaydediyorsa da bunların da izleri kalmamıştır.
Kalenin esas kapısı Nimfeon’un yanında görülüyor. Bu kapı, içeriye doğru nısıf daire şeklinde yapılmış olan duvarın ortasındadır ve dışarıdan medhali/girişi darlatmak için iki taraf büyük burçlarla muhafaza edilmiştir.
Kale içinde küçük yolardan başka iki büyük cadde görünüyor. Biri cenup garbide ve deniz kenarından başlayarak tiyatro yanında münferic/geniş bir zaviye teşkil ettikten sonra şimali şarkiye doğru uzanır. Diğeri şark tarafında ve cenuptan şimal istikametini takip ile kale kapısı yanında diğer cadde ile birleşir. Yerlere gömülmüş bu mükemmel caddelerin nihayetsiz sükûtu bugün insana havf/korku ve dehşet vermektedir.
Portique olarak yapılan bu caddelerin iki tarafı muntazam üçer merdivenle yükseltmiş ve üstünde dokuz metre fasılalı/aralı sütunlarla tezyin edilmiştir. Sütunlar sıra ile cadde kenarını takip ettiği, yol kenarlarında yatmakta olan hesapsız sütun parçalarından ve kaidelerinden anlaşılmaktadır.
Garptaki caddenin mebdeinde/başlangıcında mabet harabeleri ile birçok cesim bina harabeleri vardır. Burada hayret verici dokuz metre uzunluğunda ve doksan santim kutrunda oluklu ve pek beyaz mermer sütun gövdeleri vardır, 1.70-1.30 kutrunda/çapında sütun kaidelerine tesadüf edilmektedir. Granit sütunların irtifaı/yüksekliği 4.60, kutru/çapı 54 santimdir.
Vakti ile binlerce insanın saadet ve ızdıraplarını görmüş, tatmış olan bu caddeler bir zaman Side halkının zevklerine olan düşkünlüğü vâzıhan/açıkça gösteriyor. Binbir diyardan getirilen yorgun ve sefil esir kafilelerinin bu caddelerden perişan yürüyüşlerini hayalen seyredebilirsiniz. Side’nin en büyük mermer inşaatı ve en cesim/büyük binalar bu garp caddesinin başlangıcında görülür. Burada hamamlara mücavir/komşu dört köşeli ve bir kubbe üzerine kurulmuş diğer bir bina vardır ki burası bazilikadır. Bu havâlide ki inşaatın muhtelif zamanlarda birbirini müteakip ve birbiri içinde icra edildiği görülüyor. İnşa tarzı milattan iki asır önceki bir zamana aittir. Bu dilsiz fakat ölmemiş ihtişam ve azametin insanların hayret ve takdirini celbetmektedir. (Süleyman Fikri Erten, Antalya’dan Anamur’a Doğru 5, TürkAkdeniz Dergisi, Ağustos 1938, Sayı 10, syf. 9-13)