Antalya hala büyük bir köy. Aldığı hızlı göç nedeniyle birdenbire büyüyen, ama siyasi ve kişisel rant nedeniyle plansız-programsız büyüyen Antalya. Milyonlarca yabancının ziyaret ettiği bir bölge olması nedeniyle, dünya kenti diye anılıyor. Sizce Antalya, bir dünya kentine benziyor mu? Yaşadığınız şu kenti bir gün çıkıp Kepez’in üstlerinden denize doğru bir seyredin. İnanılmaz derecede çirkin bir Antalya göreceksiniz. Kibrit kutusu gibi dizilmiş, çirkinlikte birbiriyle yarışan beton bloklar. Daracık bulvar, cadde ve sokaklar. Önü, büyük binalarla kesilmiş bir deniz. Yeşili neredeyse yok edilmiş koca bir alan. Ve gelen turistlerden yeterince yararlanamayan bir turizm başkenti. Oysa bir dünya kentinin, özellikle bir turizm başkentinin görüntüsü çok farklı olmalıdır, değil mi? Dünyanın en çok turist çeken kentleri New York gibi, Paris gibi, Dubai gibi, mimarların kendilerini tatmin ettiği bir şehir olmalıdır Antalya. Ama olamıyor. Niye olamıyor? Bir sahil kenti nasıl olmalıdır? Kentin kurulduğu alan ne olursa olsun. Denizden iç kısımlara doğru dikine açılmış, en az 150-200 metre genişliğinde 3-4 tane koridorları olmalı. Olmalı ki kentin bütünü denizin kokusunu ve meltemin o tatlı esintisini hissedebilsin. En küçük caddesi 40’lık yol olmalı. Antalya’nın birçok mahallesinde binaların ömrünü tamamladığını biliyoruz. Bu bir fırsat olabilir. Kentsel dönüşümler ve akılcı bir planlamayla bu çok kolay sağlanabilir. Tarihi ve kültürel alanları ortaya çıkaracak ve onları koruyacak, kente güzellik katacak yapıların önünü açacak bir imar planı olmalı. Yan yana dizilmiş kibrit kutusu gibi binalar yerine, her türlü ihtiyaca cevap verecek yaşam alanları için yatırımcı özendirilmeli. Böylece yeşil alan miktarı da artacaktır. Yapılacak binalarda mutlaka bir estetik aranmalı. Yeni bir ulaşım planı da hazırlanmalı. Bunları yapmak çok mu zor? Hayır. Ah keşke küçük de olsa bir adım atılabilsek devamı da gelecek.