Bir boşluk hissi var kentin üzerinde…

Sessizlik, korku, endişe, belirsizlik, gündemsizlik, ne olacak bu şehrin hali gibi kavramlarla dolmuş durumda bu boşluk hissinin içi…

Adeta havada asılı duruyor…

Başı boş, nereye savrulacağı belli olmayan bir gelecek kaygısı içerisinde insanlar…

Bir nefes, bir umut, bir işaret, bir ışık beklentisi aranıyor…

Ve tam bu boşluk hissinin ve kaygıların ortasında belki bir nefes alınacak, belki endişelerden bir anlığına bile olsa kaçılacak bir gündem oluştu…

Altın Portakal Film Festivali…

Basın toplantısı, lansmanı, festivalin açılış korteji belki beklentilerin altında oldu…

Ancak tüm bunları festival organizasyonu ve yarışma filmleri izole etti…

Öncelikle belirtmeliyim ki;

Bu yıl hiçbir tartışma yaşanmadı…

Hiçbir sanatçının organizasyondan şikâyeti olmadı…

Organizasyon süreci nasıl planlanmışsa hiç sapma olmadan aynen ilerledi…

Bu bir başarıdır…

Bu başarının mimarı hiç kuşku yoktur ki ANSET Genel Müdürlüğüne festivale çeyrek kala getirilen “Vahdet Narin ve onun önünü açan Başkan Vekili Büşra Özdemir’dir…”

İşin sanat yanına gelirsek…

Bu noktada yarışma filmlerinin belki yarısı, yarışma dışı gösterimlerde bile kayda alınmayacak sanat gücünden yoksundu dersem pek de yanlış olmaz…

Bu anlamda festivalin sanat direktörü “Deniz Yavuz’u” eleştirmek sanırım haksızlık olur…

Yarışmaya katılan filmlerde görsellik önceki dönemlere göre biraz daha iyiydi ancak gerek konuları gerekse konunun kurgulanması ve sanat yönetimi düşük bir düzeydeydi…

“Elbette siyasi iktidarın sanata, sanatsal özgürlüğe olan baskısı, sinemaya sermaye yatırımının olmayışı ve sinemacıların Kültür Bakanlığı ile TRT’nin desteğine muhtaç olmaları sonucu böylesine suya-sabuna dokunmayan, sabun köpüğü filmlerin üretilmesi kaçınılmazdır.”

Birkaç film izledikten sonra artık izlememeye karar vermiştim ki film yönetmeni olan bir arkadaşım bana “Tavşan İmparatorluğu” filmini izlememi salık verdi…

Diğerlerinden pek farklı değildir diye düşünerek gittim ve film bittiğinde bir süre oturduğum yerde kaldım…

Sonra çıktım ve Cam Piramit’in çimenleri üzerinde gezinerek denizi seyre başladım…

Konusuyla, kurgusuyla, sanatsal diliyle, kamera kullanımındaki ustalıklarıyla ve görselliği ile Tavşan İmparatorluğu filmi beni çok etkiledi.

12 yaşındaki Musa’nın hikayesi…

Ve bu hikâyenin ortasında tazı yarışlarında yaralı olan tavşanları iyileştirme, gittiği özel okulda tanıştığı Nergis ile kurduğu arkadaşlık bağları, çocukluğunu ve özgürlüğü fark etmesinin sonucunda sisteme karşı sessiz bir direniş ve isyan var…

Filmin yönetmeni “Seyfettin Tokmak” müthiş bir iş çıkarmış…

Henüz 40 yaşında ve ilk uzun metraj filmiyle gerçekten çok iyi bir çıkış yakalamış…

Bu filmde olduğu gibi toplumsal sorunları ve bunların sistemden kaynaklandığını ele alacak daha çok filmler yapacağına inanıyorum…

Evet, festivalin başlamasıyla bitişi arasında geçen zaman içinde Antalya çok sessiz kaldı…

Müthiş bir sanat kervanının kentin birkaç gününü aydınlatması pek de sağlanamadı…

Dışarıda pek bir coşku yoktu ama salonlar film izlemeye gelenlerce tıklım tıklım doldu…

Her şeye rağmen 62. Film Festivali şehrin yaşadığı boşluk hissine rağmen başarılı olmuştur…