Bu yazıyı yazıp, son noktayı koyduktan hemen sonra yerimden kalkıp, cezaevinde olan gazeteci büyüğüm İbrahim Akkaya’yı ziyarete gideceğim.
Ziyaret olayımı öğrenen dostlar İbrahim ağabeye selam söyleme sırasına girdiler.
Ben Akkaya’nın en iyi dostu değilim ama, “En iyi dost kara günde belli olurmuş” gerçeğini bilenlerdenimdir.
Bir insana ahde vefa örneğini gerçeğe dönüştürmenin şartı, dostluk olamaz.
Her insandan da insanoğluna dost olmaz.
1987 yılında Yeni İleri Gazetesi kuruldu ve o kuruluş aşamasında gazetenin Yazı İşleri Müdürü İbrahim Akaya idi.
Ben ise Spor Müdürü.
Kendisi 4 yıl boyunca Yazı İşleri Müdürlüğümü yaptı.
İbrahim Akkaya benim gazetecilik mesleğinde yetişmeme, katkı koyanların başında gelir.
Ve bu yazı bittikten sonra, 31 Mayıstaki ilk mahkemesine kadar günlerini geçirmekte olduğu dört duvar arasına gidip, onunla yüz yüze konuşacak, orada olanlar için söylenebilecek tek söz olan, “Allah kurtarsın” hitabımı kendisine söyleyeceğim.
Eminim ki benim bu ziyaretime sevinecek İbrahim ağabeyim.
Kıza Merve babasını ziyarete gideceğimi öğrenir öğrenmez telefon açıp, “Kızın seni çok seviyor. Bunu sana söylemem için bana ricada bulundu der misin Vedat amca” dediği an.,
İçim bir hoş oldu.
İnsanoğlu en zor günlerinde, hem de hiç ummadık anda, üstelik beklemediği birilerini karşısında görünce ne denli mutlu olunduğunu az çok bilenlerdenim.
Aynı zamanda, “Tırmanırken üzerine basıp geçtiklerinle, inişte mutlaka karşılaşacaksın” söyleminin yüce anlamını da.
Çok aç kaldım.,
Nice sıkıntılar çektim..
Zor anlarımda ummadığım dostlarımı yanımda gördüm.
Birikeçti Hüseyin Usta’nın oğluyum ben.
Ağır işte çalışıp, kavurucu sıcak altında sırılsıklam olmuş fanilasıyla her biri 20 kilogram ağırlıkta olan briketleri defalarca gidip geldiği kuruma alanlarına götürerek ekmek parasını kazanır, bizleri yetiştirip, okumamız için var gücüyle çalışırdı Hüseyin usta.
Babamın, “Yaşamınız boyunca asla kul hakkı yemeyecek, dostum dediğiniz hiçbir kimseye vefasızlık yapmayacak, birlikte sırt sırta, omuz omuza verdiğiniz her hangi bir arkadaşınızla ileride ters de düşseniz, ona asla sırtınızı dönmeyeceksiniz” telkinlerini bu yaşıma kadar hiçbir zaman yabana atmadım.
Yarım yüzyıla varan yaşamım boyunca, tırmanırken çok üzerime basıp geçenler oldu ama, inişlerinde onlarla inanın hep karşılaştım.
İyi gün de, kötü gün de insanoğlu için geçerlidir.
Belki bir elin yağda, bir elin balda olabilir ancak, peki ya yarın?
Bugün ağzın şeker tadında olabilir.
Yarın kezzap tadında olmayacağını kim garanti edebilir?
Duygusallık her insan için geçerli olamaz.
Vicdanlı veya vicdansız olmak da.
Tek kelimeyle her şeyin başı, adam olmaktan veya olmamaktan geçiyor.
Az sonra karşısında olacağım İbrahim Akkaya’ya gidişimin tek nedeni var.
Onun bir anlık mutluluğunu çıplak gözle görebilmek.
Savcı beyden izin isterken, “Meslektaşımdır kendisi. Ona bir anlık manevi bazda da olsa moral motivasyonu sağlayabilmek adına sizin yüksek müsaadenizi istiyorum” dediğimde yüzüme anlamlı bir bakış fırlattığını hissettim.
Ve hiç tereddüt dahi etmeden, “Kimliğini alabilir miyim” dedi ve izin kağıdını imzalayıp, “Cezaevlerinde açık görüş var. Dolayısıyla kalabalık olur. Saat 16.00’dan sonra ziyaretini gerçekleştirsen daha rahat görüşürsün” uyarısını dikkate alarak yola çıkıyorum.
Ve tüm basın camiasının selamını götürüyorum İbrahim ağabeye.,
Bizim elimizden gelen bu.,
Başkasının elinden değişik bir şeyler geliyor da yapmıyorsa, “Tırmanırken üzerine basıp geçtiğin insanlarla inişte mutlaka karşılaşacaksın” gerçeğini hatırlatmak isterim.
Bana müsaade..