Tarih boyu bu iki kelime birileri için en etkili gücü olmuş, diğer bir kısım insanlar için de bu iki kelimeyi kullanarak varlıklarını sürdürdükleri hayat felsefesi olmuştur.

Hakkı ve adaleti üstün tutma insan ahlakının en üst mertebesidir. Nefsini ve dünya sevgisini disiplin altına alabilmiş bir insanın en öne çıkan özelliğidir.

İnsan, nefsi, benliği, menfaati söz konusu olduğunda hak ve adalet disiplinini ya ihlal edebilir ya da yok sayabilir. Vicdanı için de bir gerekçe uydurarak onun azabından kurtulma ya da baskısını azaltma yöntemlerini dener.

İlk başlarda hak ve adaleti ihlal etme anlarında zorlanır insan. Bir müddet sonra kendisine hâkim olan kültürün etkisiyle artık zorlanmaz. Çünkü bu durum artık onun normali olmuştur.

Eğer insan dünya ve içindekilere olan sevgisini ve ilgisini öncelikle hak ve adalet ölçülerine göre belirleyemezse başka kriterler devreye girer. İşte o zaman hak ve adalet kriter olmaktan çıkar.

Hak, hukukun bireylere tanıdığı, koruma sağladığı ve sahibine bir şeyi yapma veya bir durumdan faydalanma yetkisi veren bir menfaattir. Yani hak, onu koruyan hukuksal kurallar çerçevesinde bireye ait olan şeydir.

İnsan bir şeye sahip olabilmek için ona hak şeklinde sahip olma durumunda olmasıdır. Yani mimarlık mesleğini yapabilmek için mesleki hukuk disiplini içerisinde yapması gereken işleri yapıp bu mesleği hak eden bir pozisyona gelmesi lazım.

Bu disiplin kişilere ve menfaatlere kurban edilmeden işletildiğinde hak kurban olmaz, hatta hak bu şekilde üstün tutulmuş olur.

İnsanoğlunun sicili bu ve benzeri konularda kötünün altında hatta çok kötü diyebiliriz. Hakkı, gücün belirlediği bir dünyada hukuktan ve adaletten bahsetmek beyhudedir.

Adaletin tanımı da şöyle yapılmıştır:

Adalet, hakkın gözetilmesi, haklı ile haksızın ayırt edilmesi ve herkese hak ettiğinin verilmesi anlamına gelir. Bu kavram, her bireyin eşit ve tarafsız bir şekilde muamele görmesini sağlayan bir hukuk ilkesi olup, aynı zamanda ahlaki bir değer ve bir erdemdir.

Adaletin ve hukukun en temeline ahlakilik ilkesi konulduğunda adalet ve hukuk insanların hakkını mutlu ederek korur ve kollar.

Ahlakilik ilkesi göz ardı edilen hukuk sistemlerinin adaleti maalesef haksızlıklar içerebiliyor. Hukuki yollardan hak sahibi olan kişi bazen mutsuz ve huzursuz olabiliyor. Yani haklı ve huzurlu olabileceğimiz bir hukuk sisteminin adalet üretmesi en önemli tercihimiz olmalı.

Hakkı ve adaleti katleden en büyük tehlike, liyakatsizlerin tercih edilmesi ve ön planda olma çabalarıdır.

İnsanın insana, dolayısıyla insanlığa ve dünyaya yaptığı en acımasız kötülüktür haksız ve adaletsiz uygulama.

Alın teri, el emeği, göz nuru böyle çalındığında çok daha fazla tahribat yapılmış olur. Liyakatsizlerin haksızlıkları ömür hırsızlığıdır. Duygu katliamıdır. Umudun zehridir.

Haksızlığın ve adaletsizliğin yaygınlaşıp normal karşılandığı yerlerde ve zamanlarda insanoğlu güvenmeyi, sevmeyi, merhameti, acımayı, paylaşmayı, inanmayı hatta birçoğu dini değerlerini bile terk eder.

Şimdi düşünün bakalım; Üç günlük dünya için bu kadar büyük pisliğe batmaya, iki dünya için bu kadar büyük bir risk almaya değer mi? Bu kadar gaflet ve ihanet elbisesini neden giyer ki insanoğlu.

Yazık, çok yazık. Hâlbuki dün doğmuştuk, yarın da öleceğiz. Hesap vereceğiz. Ödül ve ceza olan bir karnemiz olacak. Sonuca göre sonsuz mutluluk veya mutsuzluk akıbetimiz olacak.

Değmez değerli dostlar değmez.

Rabbimden hayırlı uyanıklıklar dileyelim.