Kendisi kimdi? Kimlerdendi? Kimleri temsil ediyordu? Kimlere kendini yakın hissediyordu? Birkaç kimliği taşımak zorunluluğu nereden geliyordu? Ne diye bu gezegende yaşıyordu? Niçin yaşamak zorundaydı?

Kendini tanımıyordu. Kendinde değildi. Kendisiyle barışık ve sevecen durumda değildi. Kendisiyle içten içe savaşıyordu. Savaşmaktan yoruluyordu her ne kadar hareket içerisinde olmasa da.

Kendini kandırıyor, kendine her zamanki gibi yazık ve haksızlık ediyordu. Olmayan şeyler için kendini hırpalıyordu. Olmuş şeyler için keşkeleri gece gündüz dillendiriyordu. Olacak şeyler için ise gereğinden fazla heyecana yeniliyordu. Farklı değildi, garipti. Değişik değildi, çaresizdi. Olağanüstü değildi, olağan bir isimdi. Cam değildi, cisimdi. Bağ değildi, kendine yabancı ağaçtı. Gök değildi yalnızlığa abone buluttu. Gerçek değildi, yalana dolanan ipti. Yol değildi, yolculukta kendini kaybeden adresti. Ağzından kelime çıkan değildi, çığlığı duyulmayan sesti.

Kendini üzüyor, kendisiyle adeta alay ediyordu. Kendini zerre miktar beğenmiyordu. Kendine karşı küçük bir saygısı, insani bir duruşu yoktu.

İnsanlarla da arası yoktu. İnsanların davranışlarını yapmacık ve saçma bulurdu. İnsanların konuşmalarını gereksiz ve beyhude diye etiketlerdi.

Nedenler çok olmakla birlikte sağı da solu da düzgün değildi. Düşünceleri çarpık, fikirleri çatlaktı. Bakışları mat, adımları eğriydi. Keyfi kaçık, duruşu zigzag şeklindeydi.

Gün boyu otururdu. Boş otururdu. Evde gün boyu boşuna bir yaşam uğruna otururdu. Temel ihtiyaçları dışında ayağa kalkmazdı. Saatlerce oturur akıllı denilen telefonuna mahkûm olurdu. Dünyada değildi. Dünyada sadece yer işgal ederdi. Ruhu başka alemlerdeydi. Sayfadan sayfaya atlar, milletin paylaştığı fotoğraf ve videolara bıkmadan bakardı. Sıkılmak nedir bilmeden teknolojinin esiri olurdu. Hâliyle kendini, hayatı ve insanları da unuturdu.

Unuturdu geçmişini. Az önceki boşluğunu unutup başka boşluklara düşerdi. Ancak düşmelerini umursamazdı. Düşmekten, yara almaktan ve ev içinde zindan hayatı tatmaktan zevk alırdı.