Merhaba dostlar..
Biz gazeteciler açısından yazamamak o kadar kötü bir şeydir ki, bunu ancak işi sadece yazmaktan ibaret olanlar anlayabilir.
Kimilerinin işi sadece yazmaktır fakat,“Bu adam her ne pahasına olursa olsun yazı yazmayacak” dayatmalarını tutun da.,
“Bu ülkede kişilik hakkı diye bir kavram vardır” naraları atıp, siyaset yapanlar, “Yazmasını engelleyeyim de ne olursa olsun” zihniyetinden de geri durmaz..
Sakın ola ki kimse, “Ne oldu bu adama. Birileri yazı yazmasını mı engellemeye kalktı ne” diye düşünmesin.
Yazmak ve yazamamak kavramlarının ortaya çıkarttığı haz alma etkisi hakikaten çok fazla.
Yazmak bizim asli işimiz.
Peki ya yazmak zorunda olupta, yazdırılmamaya veya engelleme girişimi değil de, yazamamaya ne ad konur?
Kaç gündür biz işte bunun ta kendisiyiz.
İtiraf etmeliyim ki bazen benim 10 yaşındaki kızım Elin Sude kadar dahi kafam çalışmıyor!.
Ama aleme yazarlık taslamaktan geri durmuyoruz!..
Önceleri Sarısu vazgeçilmezlerimdendi. Büyükşehir Belediyesi ne zaman el attı, 3 yıldır Sarısu’ya gittiğim sayılıdır.
Bizde bayramların programları bellidir. Ramazan Bayramı’nı Antalya’da ki anne-baba, Kurban bayramlarını ise Ege bölgesindeki anne-babaların yanında geçer.
Bayramın 1. günü.
Ailecek sabah kahvaltısı. Öğle için kadınlar kendi aralarında ölçüp,biçmişler ve “Piknikte” karar kılmışlar.
Yer Büyükçaltıcak.
“Yine mi Büyükçaltıcaaaaak” diye ciyaklayan, ne var ki tam bir su sever, diğer örneklemesiyle ördek genli Elin Sude’den başkası değil.
Çocukta resmen çaltıcak fobisi var.
Büyük kayınço deniz kenarında balık tutmaya gitmez mi?
Kömürü yaktım, kayınçonun getireceği balıkları bekliyoruz ama nafile. Nafile olmasına nafile de, kıvırmalı oturağıyla elinde olta ısrarla denize yalvarırcasına bakması neyin nesi onu anlayabilmiş değilim.
Tüm balıklar sırf benim kayınçonun akıttığı göz yaşlarının hatırına kendilerini sahile atsalar kayınço dünden razı.
Yemek faslı, sohbet derken, kayınço yerinde duramıyor.
“Haydi yüzmek isteyen denize, ben de balık tutmaya” der demez ben dahil herkes attı kendisini sahile.
Hay atmaz olaydım.
Ayağımı denize soktum, 3 bilemedin 4 adım ya gittim, ya gitmedim. Büyükçaltıcak’ın denize girişi resmen betondan. Yosunlaşmadan dolayı da kayganlaştığından olacak, 4’ncü adımımda kendimi önce havada sonra sulu zeminde buldum.
Sırt üstü öyle bir düşüş ki, soluğu Akdeniz Üniversitesi Acil Servisi’nde almaz mıyız?
Bayram günü başıma gelen bu tatsız olayın adına şanssızlık mı denir, yoksa gittiğim hastanede 30 Mayıs’ta beni ameliyat eden doktorum Göğüs Cerrahisi Özgür Cengiz’in nöbet günü olması şahsım adına şans mı artık bilemiyorum.
4 saatlik tetkikler neticesinde 3 kaburgada kırık..
24 saat hastanede müşahede. Doktorum elindeki evrağa bu kararını yazarken yüzüme karşı, “Ki biliyorum sen kalmayacaksın” diyor..
İlaç reçetemi verip, “Geçmiş olsun” deyip yanımızdan ayrılıyor.
Bir anlık tedbirsizlik beraberinde bir yığın sorunu da getirdi. Getirdi de getirmesine, Elin Sude’nin, Çaltıcak ismini duyduğu anda, “Ne olur oraya gitmeyelim” karşı çıkışlarının nedenini üç kaburgayı kırdıktan sonra çözebildim.
Bundandır kaç gündür yazamayışımızın nedeni.
Eskiden en hızlı daktilo ile yazı yazan kişi olarak gösterilirdik, klavye olayından sonra yine de aradaki farkı kimseye kaptırmadık. Kaptırmadık da, bu yazıyı kırıklarıma inat ettim, 2 saat 10 dakikada ancak tamamlayabildik. Hem de sağ kolun, “Artık yeter bak su koyuvereceğim” isyanına rağmen.
Trend Haberler

Antalya’da EDS'lerin devreye gireceği tarih belli oldu

Antalya çalkalanıyor... Bu nasıl bir malvarlığı?

Lüks yaşam, rüşvet, uyuşturucu: Gökhan Böcek soruşturmasında şok tapeler

Antalya Pastacılar Odası Başkanı inti*har etti

ALTSO Başkanı: "Hepimizin ekmeği turizmden çıkıyor"

Antalyalı Vali Ekici, Şırnak’ta destan yazıyor: Antalya’nın gururu