Ülkelerindeki savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınan Suriyelilere yönelik son zamanlarda giderek artan toplumsal tepkiler, ciddi bir krizin habercisi gibi adeta. Malum, yoğunluğu İstanbul ve güney sınırımızdaki Gaziantep, Kilis, Hatay, Mersin ve Şanlıurfa olmak üzere ülkenin hemen her tarafında Suriyeli sığınmacılar var. Üstelik sayıları oldukça fazla. Şu an dünya üzerinde en fazla sığınmacı ağırlayan ülke Türkiye.

Resmi rakamlara göre toplamda 4 milyona yakın mülteci var ülkemizde. Ve bunun 3,5 milyondan fazlası Suriyelilerden oluşuyor…

Yani Türkiye nüfusunu oluşturan her 20 kişiden biri mülteci…

Suriyeliler dışında çoğu Afgan ve Iraklı olmak üzere 500 bine yakın başka mülteciler de var. 

2017 Küresel İnsani Yardım Raporu’na göre Türkiye, en fazla insani yardım yapan ikinci ülke ve ‘Dünyanın en cömert ülkesi’…

Türkiye’nin yapmış olduğu insani yardım, dünyadaki toplam yardım miktarının yüzde 22’sini oluşturuyor ve bu da rakam olarak 6 milyar doların üzerinde bir rakama tekabül ediyor. 

İşte son zamanlarda Suriyeli mültecilere/sığınmacılara yönelik toplumda artan tepkilerin kaynağında da bu rakamlar var. Kendi içinde ekonomik sorunlarla boğuşan, kendi işsiz ordusuna çözüm bulmaya çalışan bir Türkiye’de böylesine devasa rakamların ‘insani yardım’a gitmesini ‘siyasi argüman’ olarak kullanmak isteyen muhalefet anlayışı ve buna bilerek ya da bilmeyerek alet olan medyanın yönlendirmesiyle toplumda Suriyelilere yönelik tepkiler her geçen gün biraz daha artıyor.

Örnekleri çok. Mesela son zamanlarda Suriyelilere maaş ödendiği, üniversitelere sınavsız alındığı veya Suriyeli gençlerin ülkede suç istatistiğini artırdığı yönünde birçok habere şahit oluyoruz. Oysa işin aslı hiç de böyle değil. Bunu, geçtiğimiz gün çağrılısı olduğumuz ‘Medya ve Mülteciler Basın Buluşmaları’ adındaki toplantı serisinde net bir şekilde anladık. Kamuoyunda yaratılan yanlış algıları, içinde yeraldığımız medyadaki ‘kavram karmaşası’nı somut örneklerle gördük.  Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği (SGDD) ile Mülteci Destek Derneği’nin (MUDEM) ortaklaşa organize ettiği ve Avrupa Birliği tarafından finanse edilen toplantının Ankara’da gerçekleştirilen 4’üncüsünde ‘Mülteci krizi’ bütün yönleriyle ele alınırken, bu konuda aslında ne kadar az bilgiye sahip olduğumuz gerçeğiyle yüzyüze geldik. Örneğin Göçmen, Sığınmacı ve Mülteci kavramlarının sanki aynı şeymiş gibi medyada nasıl umarsızca kullanıldığını fark ettik. Göçmenin kendi iradesiyle göç eden, mülteci ve sığınmacının ise hayati zorunluluklar yüzünden yerini yurdunu terk etmek zorunda kalanlar olduğu gerçeğini idrak ederken, medyanın kullandığı ‘nefret dili’nin toplumda yarattığı olumsuz algıyı ve bunun sonuçlarını kavradık bu toplantıda. Toplantıyı organize eden derneklerin yöneticilerini, alanında uzman konuşmacıları dinledikçe meseleye aslında ne kadar uzak kaldığımızı anladık. Medyada yeralan ‘maaş veya sınavsız üniversite’ haberlerinin asılsızlığını, bir takım münferit olayların ‘suç bombardımanına’ nasıl dönüştürüldüğünü ve bu nefret diliyle Türkiye toplumunun Suriyelilere karşı nasıl bilendiğini kavrayınca ne yalan söyleyeyim bir basın mensubu olarak ben hicap duydum.

Sınavsız üniversite haberlerinin gerçeği yansıtmadığını, maaş denilen şeyin aslında Kızılay Kart vasıtasıyla mültecilere verilen cüzi nakit yardımlar olduğunu ve bunun da Avrupa Birliği tarafından finanse edildiğini bu toplantıda öğrendik. Adi suç olaylarında Suriyelilerin yüzdesinin çok ama çok düşük olduğunu da…

Ve sonuç olarak idrak ettik ki, bu yanlış algıyı düzeltmek de yine bizlere düşüyor. Unutmamalıyız ki, bizler tarih boyunca aman dileyene kılıç çekmeyen, imdat diyene yardıma koşmaktan imtina etmeyen bir milletiz.