Konyaaltı sahilinin ihalesi sonrası medyada, yazılı basında ve bazı siyasi mekanlarda kopan fırtınayı görünce, rahmetli Aydın Menderes’in o dönem yaşanan bir siyasi tartışmaya istinaden yazdığı eski bir köşe yazısının başlığı geldi aklıma; “NE OLUYOR YAHU, SAVAŞ MI KAYBETTİK?” serlevhalı meşhur yazı. Ben de, bu anımsamadan hareketle, Konyaaltı sahilinin ihalesi ile ilgili çok abartılı ve haksız eleştirileri görünce, kendi kendime, “ne oluyor yahu, yoksa Antalya’nın tapusu ecnebi bir devlete yahut firmaya devredildi de bizim mi haberimiz yok?” diye sormaktan kendimi alamadım.
Konyaaltı sahilinin yeniden modernize edilerek düzenlenmesi olayı, yanlış hatırlamıyorsam, Menderes Türel’in 2014 seçim beyannamesinde de anılan projelerinden birisiydi. Şehrin tam içinde böylesine güzel bir sahil bandının modernize edilmesi, genişletilmesi ve yeniden çekim merkezi haline getirilmesi hedefleniyordu. Bazı bürokratik engeller ve yasal süreçler tamamlandıktan sonra, nihayet, proje imalat aşamasına geçilebildi. Ve yeni düzenlenmiş haliyle de bu sezondan itibaren Antalya’nın hizmetine sunulacak.
İşte tam bu aşamada söz konusu sahilin işletilmesi noktasında bir arayış başlıyor, ihale edilmesine karar veriliyor, ihaleye iki ayrı şirket, iş ortaklığı marifetiyle birlikte giriyor, ihaleye talip olan başka firma çıkmıyor ve bu firma Konyaaltı sahilini sekiz yıllığına işletme hakkını alıyor. Kuşkusuz birden çok firmanın ihaleye katılması daha iyi olurdu. Gönül ister ki ihaleye çok sayıda firma katılsın, daha yüksek bedellerle sonuçlansın ve belediye bundan daha çok gelir elde etsin, ama katılmamış.
Ve fakat, heyhat! O da ne? Bir ihale bila-bedel, yani ücretsiz olarak, sonuçlanmış olsa ancak bu kadar çok feveran kopabilirdi! Hatta iş o kadar ileri götürülmüş durumda ki, şirket sahiplerinin hısım-akrabalarına kadar hepsi deşifre edilmiş durumda. Ortaklardan birisi sinema sanatçısıymış mesela, Diriliş dizisinde oyuncuymuş, Hülya Koçyiğit’in damadı imiş. Diriliş benim hiç ilgimi çekmez, beş dakika bile izlemediğime yemin edebilirim. Hem niye izleyeyim ki, Osmanlı’nın kuruluşunu öğrenmek istesem, Kemal Tahir’in dev gibi Devlet Ana romanı ne güne yazıldı, açar onu okurum. Ama bre gardaşlar, bu tür magazinsel gerekçeler öne çıkartılarak bir ihale bu kadar yüksek perdeden karalanır mı Allah aşkına?
Sanki Antalya’nın tarihinde ilk kez bir ihale yapılmış gibi. Sanki Antalya’da ilk kez bir ihale tek katılımcı ile yapılmış gibi. Sanki ihaleye girmek isteyen firmalar olmuş da, kapıdan kovulmuşlar gibi. Sanki sekiz yıllık bir ihale değil de, sekiz asırlık bir ihale verilmiş gibi. Sanki yıllık 8.5 milyon TL karşılığı değil de, bedelsiz verilmiş gibi! Sanki Konyaaltı sahili ihale süresi bitince bir daha asla geri gelmeyecekmiş gibi. Sanki vatandaş bir daha bu sahilden hiç yararlanamayacakmış gibi. Sanki bir daha hiçbir zaman Konyaaltı sahilinde denize girilemeyecekmiş gibi...
Olmaz abiler, ablalar, olmaz. Kuşkusuz her idari işlem gibi bu da eleştirilebilir, baştan söylediğim gibi; keşke daha fazla katılımcı olsaydı, keşke daha fazla ücret alınabilseydi, bunlar söylenebilir, eyvallah. Ama Antalya’nın tapusu el değiştirmiş, tek kuruş almadan bir başka firmaya teslim edilmiş gibi bir algı operasyonu bu şehre yakışmaz. Ve açık söyleyeyim, Antalya bu tür operasyonlara ilgi göstermez, prim vermez.
Konyaaltı sahil ihalesi bahane edilerek Menderes Türel’in kuşatılmak, yıpratılmak ve bunaltılmak istendiği anlaşılıyor. Ama Antalya’nın sağduyusu bu saatten sonra buna geçit vermez. Antalya yakın tarihte iki farklı dönem gördü; birisi hiçbir işin-hizmetin yapılmadığı Akaydın dönemi ve ikincisi de Menderes Türel dönemi. Bu şehir geçen dört yılda Menderes Türel’in büyük gayretlerine, çabalarına ve hizmetlerine şahit oldu, burada saymaya gerek duymuyorum. Ve ben Antalya’nın bu kuşatmada her zamankinden daha fazla Menderes Türel’in yanında saf tutacağını düşünüyorum, önümüzdeki yerel seçimlerde ne demek istediğimi hep beraber göreceğiz.