Eskiden, “Gazeteci olunmaz doğulur” denirdi..
İki günlüğüne il dışına gittik, döner dönmez de.,
Gazeteciliğe mi, gazetecilere mi veda ettiğini bir türlü anlayamadığım saçma sapan bir şeylerle karşılaştım.
Gülmekten de kendimi alamadım..
Oysa gittiğimde görüp, bizzat yaşadıklarımı yazarken, içimin sızlayacağından adım gibi emindim emin olmasına da, döner dönmez bana kahkaha attıranları da yaradanım güldürsün.
Dedik ya, “Gazeteci olunmaz doğulur” diye.,
Bizim zamanımızda gazeteci olabilmenin baş şartı, F klavye daktilo kullanmayı bilmek zorundaydın.
Zira herkes bilmiyordu.
Şimdi 5 yaşındaki çocuk Q klavyeli bilgisayarı bülbül gibi öttürüyor.
İyi fotoğraf çekmek zorunluydu.
Çünkü bugünkü gibi herkesin elinde bir fotoğraf makinesi yoktu..
Fotoğraf makinelerinde enstantane ve diyafram ayarları vardı. Onları doğru oranda kullanarak resim çekmek zorunluydu.
Aksi takdirde fulü yada çok bozuk görüntüler elde edilirdi.
Misal: Bir futbol müsabakasını gündüz olursa en az 250 enstantane ile çekmek zorundasın ki, koşan futbolcuları net yakalayabilesin. Tabi ki ışık duyarlılığı açısından diyaframı da kendi bilgi beceri ve ortama göre ayarlamak mecburiyetindesin.
Şimdi öyle mi?
Al fotoğraf makinesini otomatiğe, bas deklanşöre..
Yine bizim gazeteciliğe başladığımız dönemlerden daha düne kadar film diye bir gereç vardı ki, bir tane fazla alıp yedeğimize atabilmek adına karanlık odacı Süleyman’a resmen yalvarırdık.
Bir çektiğimiz görüntüyü ikinci kez çekmemeye gayret gösterir, film konusunda tutumlu olmamız gerektiğini aklımızın bir yerine yerleştirmiştik.
Şimdi digital olayı var, film-milm yok. Dolayısıyla bas basa bildiğin kadar otomatik ayarlı makinenin deklanşörüne, çek çeke bildiğin kadar fotoğraf.
Canının istemediğini anında sil at.
Bul ensesi kalın cebi dolu bir muhterem.,
Koy gazetenin adına cafcaflı bir isim.
Çıkart gazeteni.
Çıkartırken kus içindeki kinleri.,
Saldır saldırabildiğin kadar.
Bir yandan malı götür, öbür taraftan da dürüstlükten dem vurup, namusluluktan bahset dur.
Sana da gazeteci desinler!.
Desinler demesine de, daha bir aya yakın zaman önce, bu ülkenin baş adamı senin gerçek yüzünü milletin içerisinde kendine söylemedi mi?
Her klavyenin başına geçip bir şeyler yazandan gazeteci olsaydı, Antalya’daki gazeteci enflasyonu ancak bu kadar olabilirdi.
Ve o vedacılara şunu diyeceğim: Sizi tutmayalım..
Gerçi kendi kendinizin altını oyarken, öyle bir delik açmışsınız ki, sizi füzeyle bile yakalayamayız.
Dedik ya 2 gündür il dışındaydık yaşadıklarımızı buradan öyle konuları paylaşacaktım ki, eminim herkes “Vay be” demekten kendisini alamayacaktı.
Ama Allahın günü daha çok.
Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın Denizli’de bir gerçeğe şahit olduktan sonra, Üniversite öğrencileri ile ilgili sarf ettiği sözleri beyin süzgecimden geçirdim de, bizzat yaşadıktan sonra Başbakan’a birkaç konuda yerden göğe kadar hak verdim..
Antalya’dan Üniversite okumak için Denizli’ye giden o kadar çok genç var ki, onlardan birisi de benim kızım.
Ve 4 yıldır bir Üniversite öğrencisinin velisi olarak, Kamu ve Özel Yurtlardan tutun da, öğrenci evleri konusuyla dahi yakinen ilgilendim.
Denizli’deki özel yurt gerçeği ülkenin resmen kanayan yarası. Ve ne yazık ki o yaraya hiç kimse merhem olma gayreti göstermiyor.
Nasıl mı?
Çok geçmişe gitmeyip, sadece ve sadece son 3-4 ayda bizzat yaşadıklarımı karınca kararınca görüp, yaşayıp bizzat şahit olduklarımızı yarın paylaşacağım.