Hemen her fırsatta temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze getirilen Ermeni meselesi yine gündemde. Bu satırları yazdığım saatlerde Almanya Federal Meclis’te sözde ‘Ermeni Soykırımı tasarısı’ görüşülüyordu.

Muhalif bir parti tarafından hazırlanan ancak iktidardaki partilerce de desteklenen tasarı kuvvetle ihtimal kabul edilecektir.

Peki nerden çıktı bu tasarı? Tam olarak ne diyor? Almanya’da ve içimizdeki destekçileri nasıl/niye savunuyor?

Bu sorulara yanıt bulabilmek için Ermeni meselesine şöyle bir göz atmakta yarar var.

Ermeniler, Osmanlı'da ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde çeşitli devlet görevlerinde bulunmuşlardı. İçlerinden birçoğu da ticaret, musiki, edebiyat, mimari vs. gibi alanlarda önemli işler başarmışlardı. Rumlar kendi benliklerini korumalarına rağmen, Ermeniler Türk adetlerini, hatta dilini o kadar benimsemişlerdi ki ‘Sadık Millet’ olarak adlandırılmışlardı.

Gerçekten de Osmanlı, kuruluş döneminden itibaren Ermenileri iyi niyetle himayesine almıştı. Osmanlı Devleti, bu iyi niyetli tutumunu her zaman devam ettirmişse de özellikle 19’uncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren Avrupalılar’ın gayr-ı müslim teba üzerindeki kışkırtıcı faaliyetlerine kanan Ermeniler, düşmanca bir tavır almaya ve çeşitli isyanlar çıkarmaya başladı. Osmanlı Devleti’nin güçsüzleştiği 19.yüzyılda, önce Rusya, sonra İngiltere ve diğer Batılı emperyalist devletler Rumeli’deki Hıristiyan halkları ve Anadolu’daki Ermenileri Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanmaları için tahrik ve teşvik etti. 93 Harbi denilen Türklerin yenilgisi ile biten 1877-1878 Türk-Rus Savaşından sonra Türkler, 500 yıldan beri oturdukları Rumeli topraklarından imha edilerek sökülüp atıldılar. Bu durum Ermenileri de harekete geçirdi. Anadolu’da hiçbir yerde çoğunluk olmadıkları halde, kendilerine Ermenistan kurulmasını istediler. Daha sonra İngiliz-Rus rekâbeti ve diğer devletlerin yardımı ile Ermeni terör örgütleri kuruldu. Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde Osmanlı Devleti’ne karşı isyanlar başlatıldı.

 

 Osmanlı Devleti’nin 14 Kasım 1914’de İngiltere, Fransa ve Rusya’ya karşı Almanların oyunu ile Birinci Dünya Savaşı’na girmesi Ermeni komitelerince büyük fırsat olarak görüldü. Gönüllü alaylar kurarak Rus saflarına katılan Ermeniler, Rus işgal kuvvetleriyle birlikte Doğu Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde yeni isyanlar çıkartıp, Osmanlı kuvvetlerini arkadan vurdular. Sivil Türk halkı büyük bir katliama uğratıldı. (Daha önce bu konuya ilişkin bir yazımda da ifade ettiğim gibi Doğu Anadolu’da birçok toplu mezar ortaya çıkarıldığında gazeteci olarak oradaydım) Devlet bir kaç cephede savaşırken, Türklerin savaşa gitmeleri sonucu meydan Ermenilere kaldı. Van’da isyan başlatıldı. Bunun üzerine devlet 27 Mayıs 1915 tarihinde tehcir ‘zorunlu göç’ kararı aldı.

 

İşte bugün önümüze yeniden getirilen ‘sözde soykırım’ iddialarına mesnet olan da bu karar.  Şimdi önce şunu sormak lazım; Yapılan tehcir bugünkü soykırım tarifine uyuyor mu?

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 9 Aralık 1948 tarihli kararı ile kabul edilmiş soykırım tarifi tehcire uymamaktadır. Osmanlı İmparatorluğu kendi vatandaşları olan savunmasız Ermenileri kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak için öldürmemiş ve aynı amaçla tehcire zorlamamıştır. Osmanlı Devleti, bağımsız devlet kurmak amacıyla savaş sırasında Rusya tarafında yer alan, düşman saydığı Müslüman halkı vahşice katleden, ahırlara doldurup yakan Ermenilerle savaşmıştır. Kaldı ki, Türkiye Cumhuriyeti savaş sırasında Ermenilerin öldüğünü ve nüfusun tehcire tabi tutulduğunu kabul etmiştir. Dolayısıyla olanları soykırım olarak adlandıranlar, asıl Osmanlı Devleti’nin Müslüman halkının soykırıma uğradığını ve bunun Ermeniler tarafından yapıldığını kabul etmek zorundadır. Prof. Justin Mcarty, ‘Ölüm ve Sürgün’ adlı eserinde Doğu Anadolu genelinde, 1912-1922 arasında öldürülen Türk-Müslüman sayısının 1 milyon 250 bin civarında olduğunu, bazı şehirlerin nüfusunun yarıdan fazla azaldığını, bu sayıların ifade ettiği çilelerin derinliğinin idrake sığmadığını, bunun tarihin gördüğü en büyük felâketlerin üzerinde olduğunu yazmaktadır.

 

Hal böyle iken inatla, ısrarla Türklerin soykırım yaptığının kabul edilmesi istenmekte. Hadi Yahudi katliamı ile ne kadar vahşi bir toplum olduklarını tüm dünyaya gösteren Almanlar kendilerine bir ‘vahşet ortağı’ arıyor diyelim. Ya içimizdeki ‘soykırım’ destekçilerine ne demeli? Lafı döndürüp dolaştırıp “Canım soykırım yaptık desek, bununla yüzleşsek ne olur sanki” demeye getiren hasta zihniyetlere, “Allah akıl kemal versin” demekten başka bir şey gelmiyor elimden…

 

İ. ÖZ’E KISA BİR CEVAP

Pazarcılıktaki muhteşem kariyerinin ardından bizim mesleğe de el atan Antalya Semt Pazarcılar Odası Başkanı İsmail Öz, önceki gün ortağı olduğu Gündem Gazetesi’nde köşe yazmış ve bana “Hesap sırası sende” demiş. Mal varlığını, (görünen/bilinen), bunları nasıl kazandığını sözüm ona sıralamış ve bana üniversitede nasıl çocuk okutabildiğimi sormuş. Konuyu uzatmak istemediğim için özetleyeyim; Ey İsmail Öz, keşke benim de burada sıralayabileceğim bir mal varlığım olsaydı ama yok. Evet 35 yıllık gazeteciyim ve ne yazık ki dikili bir ağacım bile bulunmuyor. Evim kira, bankada bir kuruş birikimim yok. Ha üniversitede nasıl çocuk okuttuğuma gelince, bunu yakın çevremdeki herkes bilir çünkü hiç saklamadım. Ben çocuğumu hayırsever insan ve kurumların verdikleri burslarla okutuyorum. Çok meraklıysan kim ya da hangi kurumlardan ne kadar burs aldığımızı da sana özelden verebilirim. Ayrıca bu sadece bana has bir durum da değil. Günümüzde binlerce öğrenci ancak bu şekilde eğitim hayatını sürdürebiliyor. Hep dedim, bir kez daha diyorum; Benim korkulacak, utanılacak, suç veya ayıp teşkil edecek bir faaliyetim yok. 

Alnım açık, yüzüm ak…