Dünyada başka ülkelerde, başka toplumlarda da var mı, varsa hangi ölçülerde bilmiyorum ama bizde yüzyıllardır süregelen ve zaman zaman esprilere de konu olan bir durumdur gelin-kaynana çatışmaları. En önemli sebebi hiç şüphe yok ki, önyargılardır. Aynı kişiyi (yani oğlu-kocası) seven iki kadının birbirine karşı peşin hükümlü olmaları, daha birbirlerini tanımadan çatışmalarına neden olur. Kişilik farklılıkları, sevdikleri erkeği yönetme isteği, kıskançlıklar, bencillikler ve tabi cahillikler de çatışmayı körükler. İstisnai durumlar hariç bu çatışmalar genelde bir iktidar ve güç mücadelesidir aslında. Merkeze koydukları sevgili (oğul veya koca) nedeniyle sudan sebeplerle anlaşamayan gelin-kaynana hayatı önce kendilerine, sonra tüm aile bireylerine zehir eder. İnatlaşmalarla başlayan tartışmalar kimi zaman boşanmalara dahi sebep olur…

Muratpaşa Tıp Merkezi’nden göz doktoru arkadaşım Filiz İmadoğlu Müftüoğlu geçtiğimiz günlerde sosyal medyada gelin-kaynana çatışması konusunda bir fıkra paylaştı. Çok güzel mesajlar içeren bu fıkrayı birilerinin okuyup ders çıkarması umuduyla ben de paylaşmak istedim.

***

 

Li-Li, gelin olup Çin geleneklerine uygun biçimde kaynanasının evine taşınmıştı… Ancak kısa bir süre sonra, kaynanasıyla arasında geçimsizlik baş gösterdi. Çünkü kişilikleri tamamen farklıydı ve birinin ak dediğine diğeri kara diyordu. Genç gelin ayrı bir eve taşınmak için nabız yoklayınca ortalık ayağa kalktı… Hiçbir gelin kaynanasından ayrı ev açamazdı… Çin gelenekleri buna asla izin vermiyordu. Li-Li mecburen vazgeçti. Arzusunu isteğini bastırıp kaynanasıyla oturmayı sürdürdü. Fakat hayat gitgide çekilmez oluyordu. Hele de eşinin hali perişandı. Annesiyle karısı arasında tükeniyordu adeta… Aslında hayat üçü için de cehennem azabına dönmüştü. Genç gelin çaresizlik içinde kıvranırken, aklına çılgın bir fikir geldi… Kaynanasını zehirleyecekti. Lakin bunu kimseye fark ettirmeden yapmalıydı. Doğruca babasının eski bir arkadaşı olan ihtiyar bir aktara koştu ve planını anlattı ona.

“Peki” diyen yaşlı baharatçı, ona bitkilerden bir şurup hazırladı.

“Bu” dedi, “etkisi üç ay içinde görülecek bir zehirdir. Üç ay boyunca her gün azar-azar kaynananın yemeğine karıştıracaksın.”

Parmağını havaya kaldırarak devam etti yaşlı Çinli aktar: “Kaynanan öldüğünde kimsenin senden şüphelenmemesi için, üç ay boyunca kaynanana çok iyi davranmalı, bir dediğini iki etmemelisin. Kadıncağız üç ay sonra nasılsa ölecek, bari gözü arkada kalmasın.“

“Tamam” diyen Li-Li, sevinç içinde eve döndü ve yaşlı baharatçının dediklerini aynen uygulamaya koydu. Kaynanasına her gün çok güzel yemekler pişiriyor, o güne değin hiç olmadığı kadar da iyi davranıyordu. O kadar iyi davranıyordu ki, kaynanası gelinine yaptıklarından dolayı pişman olmaya başlamıştı. Gelinine haksızlık ettiğini düşünüyordu… Birkaç gün içinde o da değişip iyileşmeye karar verdi. Artık o da gelinine çok iyi davranıyordu. Böylece aileye dirlik ve düzen gelmişti. Herkes çok mutluydu. Özellikle Li-Li’nin eşi, bu değişimden son derece memnundu. Annesiyle karısı arasında öğütülmekten kurtulmuştu. Fakat zehir etkisini gösterip kaynana ölünce ne olacaktı. Genç gelin yaptıklarından pişman bir vaziyette aktar dükkânının yolunu tuttu. Babasının dostu olan yaşlı aktarı tekrar buldu. Kaynanası için bir panzehir yapmasını rica etti. Artık ölmesini istemiyorum; lütfen verdiğiniz zehiri etkisizleştirecek bir panzehir hazırlayın.

Li-Li konuşurken ağlıyordu. Yaşlı baharatçı, karşısında ağlayarak konuşan genç gelini gülümseyerek dinledikten sonra, sordu:

“Neden artık kayınvalidenin ölmesini istemiyorsun? Oysa buraya ilk geldiğinde çok kararlı görünüyordun!”

“İstemiyorum, çünkü…” dedi Li-Li gözyaşlarını silerek, “O çok değişti, artık eskisi gibi aksi değil; benim ak dediğime kara demiyor, evin içinde gülümseyerek dolaşıyor, bana kızım diye hitap ediyor. Anlayacağınız ey babamın dostu, evde her şey yolunda.”

İhtiyar baharatçının gülümsemesi tüm yüzüne yayıldı. “Demek işler yolunda, birbirinizle artık zıtlaşmıyorsunuz.”

“Asla!” dedi genç gelin, “zıtlaşmak şöyle dursun, çok seviyoruz birbirimizi… biraz görmesek özlüyoruz…”

“Ve artık onun ölmesini istemiyorsun.”

“Asla! Kaynanamı o kadar seviyorum ki, ölürse dayanamam. Bu benim başıma gelebilecek en büyük felaket olur.”

Yaşlı aktar uzun sakalını çekiştirerekten tane-tane konuşmaya başladı: “Ey benim eski ve iyi dostumun kızı Li-Li! Merak etme, sana zehir diye verdiğim şey iştah açıcı etkisi olan bir şuruptu. Ondan yemeğine katarak, sadece kaynananın iştahını artırabilirdin.”

Derin bir nefes aldıktan sonra devam etti: “Gerçek zehir senin beyninde idi… Adı ‘peşin hüküm’ ve ‘nefret’ti… Zaten nefret, peşin hükmün çocuğudur. Bir beyne yerleştiler mi, beyindeki tüm iyi şeyleri öldürürler. Kaynanana iyi davranınca beynindeki zehirlerden kurtuldun. Kaynanan da, senin iyi davranışların sayesinde kendi beynindeki zehirlerden kurtuldu… Sana iyi davranmaya başladı… Peşin hükümle birlikte nefret dağıldı gitti, yerlerine sevgi geldi… Sonuçta olmanız gerektiği gibi ana-kız oldunuz.”

Eski bir Çin atasözü şöyle der: “Gül veren elde gül kokusu kalır.”

İyi tatiller…