Meslektaşım İdris Özyol, geçtiğimiz hafta içerisinde yazdığı bir köşe yazısının girişinde şöyle bir ifade kullanmıştı:

“Gazetecilik mesleği yapılamaz hale getirildi. Öylesine komik, tuhaf, ne anlama geldiği anlaşılamayan şikayetler yüzünden ya karakolda, ya da adliyede mesai yapıyoruz.”

Girişi ve devamını okuyanlar arasında, “Aynen katılıyorum” diyenler olmuştur.,

 “Sen de meydanı boş bulmuş gibi sallıyorsun da sallıyorsun. Adalet sizler için de var”  diyenler de..

Ömrünün yüzde 51’lik bölümünü İdris Özyol’un şu an yaptığı aynı mesleğe adamış birisi olarak ben, “Aynen katılıyorum” diyenlerdenim.

Nedeni olarak da, “Çok konuşan ya da yazandan ziyade birebir yaşayan ve çok okuyan bilir” desem, yeterli olur mu?

15-16 ay öncesiydi.

Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel’in, Doğu Garajı Nekropol alanında basın toplantısı var. O dönemlerde işi iyice cıvıtan bazı ajans ve yayın organlarının tek düze tutumlarından dolayı, Büyükşehir Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı söz konusu toplantıda akredite uygulaması yapıyor ve iki sözüm ona gazeteciyi toplantı salonu dışarısına davet ediyor.

Vay efendim bu nasıl bir uygulamaymış.

Feryat, feveran.

Çok değil aynı günün sadece 1 saat sonrası MHP İl binasında zamanın il başkanının basın toplantısı var.

Ben de gittim o toplantıya. Türel’in basın toplantısını sabote etmeye çalışan o iki muhteremden birisi, sanki MHP’nin basın toplantısının gündeminde yer alıyormuşçasına, Türel’i MHP’lilere şikayet etmeye başlamaz mı?

O an dayanamadım.

“Yahu kardeşim gazeteci misin provokatör mü?” söylemiyle çıkıştım.

Benim gibi birkaç meslektaşım da aynı şekilde sözüm ona gazeteci ile tartıştı. Basın toplantısına geçildi, gündem maddesiyle ilgili açıklamalar yapıldı ve herkes dağıldı.

Akabinde o gazeteci müsvettesi muhterem, bana facebook üzerinden sorular yağdırıyor.

MHP İl Binasında herkesin içerisinde yönelttiğim aynı soruyu sanalda da kendisine sordum:

“Gazeteci misin, provokatör mü?”

Aradan çok zaman geçmedi, mahkeme celbi geldi. Belli ki gazetecilikten başka amaçlar peşinde koştuğu açıkça anlaşılan muhterem hakkımda savcılığa suç duyurusunda bulunmuş. Savcı da beni dinleme gereği duymadan şahsım aleyhine hakaret davası açmış.

İlk mahkemeye girdiğimde karşımda basın özgürlüğünden dem vurmaya çalışıp, davacının avukatıyla birbirlerinden fikir almaya çalıştıkları dikkatimi çekti ama emin olun hiçbir yere yormuyorum.

“Basın toplantıları kişilere özel olmaktan çok, kurumlara yöneliktir” dedim

Ve ekledim.

“Tabii ki kişiler de basın toplantılarına iştirak edebilirler. Ancak Antalya’da yaşayanların bir tabiri vardır, davetsiz yere tirmisçi gider” dedim.

Tirmisin ne, tirmisçinin ise kime denildiğini en ince ayrıntısına kadar anlattık ise de, “bir sonraki duruşmaya” denilerek geçen ayın (Kasım) 28’ine kadar geldik. Bu kez mahkeme Nisan 2017 tarihine ertelendi.

Mahkeme konusu, sanal yolla da olsa kişiye hakaret.

Davalı ben, davacı da benim gibi gazeteci.

Emin olun ilk mahkemeden sonra ne davacıyı görebildim, ne de sadece bir duruşmaya girdikten sonra devamında hiç birisine katılmayan avukatı.

Duyduk ki, davacı sözüm ona gazeteci 15 Temmuz hain darbe girişiminin ardından FETÖ terör örgütü üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklanmış.

Hakkımda ön soruşturmaya bile gerek duymadan hakaret davası açan savcı da FETÖ üyesi olmaktan tutuklanmış.

Davacının badem bıyıklı avukatı da aynı akıbetten demir parmaklıklarının ardında.

Hal böyle olmasına böyle de, biz hala mahkeme kapılarını aşındırmaya devam ediyoruz. İdris Özyol’un da dediği gibi, böyle bir ortamda gel de sağlıklı şekilde yazılar yaz, layıkıyla gazetecilik yapabil.

Kimi kesime benim kullandığım bu son cümle, “dramatize” gibi gelebilir.

Kendi çaplarında haklı da olabilirler.

Ama şu iyi biline ki, biz gazeteciler üzerinde de çok göz var.

Var olmasına var da, bir de madalyonun diğer yüzü de var.

İdris kardeşim Antalya Büyükşehir Belediyesi Tiyatro Müdürü ve ünlü sanatçı Mehmet Özgür hakkında geçmişte öyle bir yazı yazmıştı ki, eğer o yazdıklarıyla ile ilgili mahkeme kapılarından halen beri gelmiyorsa, bunu Antalya’nın yetiştirdiği ender sanatçılarından birisi olan Mehmet Özgür’e borçludur.

Bu yazdığımı okuduğu an, kafasından en küçük bir, “Neden” cümlesi geçiriyorsa eğer, kendisine bir, “Alo” sesi kadar yakınım.

Bunu bilsin istedim.

Bir de yine, “Gazetecilik mesleği yapılamaz hale getirildi” sözleriyle başladığı yazının sonlarında şöyle bir ifade kullanmış.

“Bunlara bir de son günlerde ASAT furyası eklendi. ASAT’tan gelen mektupları yayınladıkça birileri hop oturup hop kalkıyorlar. Fakat arkası da var bu mektupların. Fırtına durmuş değil yani. Hatta artık birer mektup olmaktan çıkıp, kallavi haberlere, dosyalara dönüşecekler. Üstelik böyle şeylerle bırakın yılmayı, daha da bilenen bir gazetecinin elinden. Zaten biz yazdıkça da arkası geliyor iddiaların” diye de devam etmiş.

Gazeteciliğin özünde vardır, bir başladın mı konuya, ardı arkası iplik söküğü gibi gerisinin kendiliğinden gelmesi, öyle değil mi İdris Özyol kardeşim?.

ASAT ile ilgili mektuplar geliyormuş, o mektupları yayınladıkça da birileri hop oturup, hop kalkıyor imiş ya!.

Misal ben.,

Hakkımda, birisi tarafından aklına hayaline ne geliyorsa yazıya döktüğü aleyhime yazılan bir mektup sana gelsin, sen de orada yazılanlardan dem vurarak lügatleri parçala. Ben bırak hop oturup hop kalkmayı, ayak ayak üstüne attığım bir ayağımı yerinden bile kıpırdatırsam namerdim.

Senin hop oturup, hop kalktığını sandığın o hakikaten övgü değer çalışmalara büyük mesai harcayanlar eğer ki sana gelen asılsız, mesnetsiz, insanlık dışı hitapların yüzde biri dahi olsalardı, emin ol ASAT’ın kapısından bir daha içeriye bile giremezlerdi.

Biz gazeteciler artık yarım asır önceki meslektaşlarımızın yaptıkları gibi, dipsiz kuyuya taş atıp onu çıkaracak kişiyi beklemekten vazgeçelim..