Malum ciheti askeriyenin siyaset ile içli-dışlı olmasının tarihsel boyutunu inceliyoruz ya. Eski Roma’dan başladık Çarlık Rusya’sından geçtik, geçen hafta ‘Hulusinasyon’ molası verdik. Bu hafta devam ediyoruz. 

İtalya, Antik Roma’nın kurulduğu, büyüdüğü ve battığı bir coğrafya idi, O Roma ki dünyadaki en fazla iz bırakan koca bir medeniyetti, tarih kitapları bir Romalıyı tarif edebilirdi ama 17. asırdan itibaren bir İtalyan neydi neye benzerdi bilen eden yoktu. 

Hele 20. yüzyıl başlarında İtalyan denince akla, makarna-şarap-güzel müzik ve daha da güzel kadınlar gelirdi. 

Sicilya biraz sapa kalırdı ama onlar da kan davası -mafia falan arayı kapatmışlardı. Katolik kilisesinin kalbi Roma şehrinde atardı ancak oradaki yobaz sürüsünün sesi süngü zoruyla kesilmişti. 

Eski Roma ile yeni Roma’daki hayatı ve hayat anlayışını yüzyıllar ayırıyordu, Katolik Kilisesi, İsa falan tamam da, çoğu İtalyan dünyaya farklı bakıyorlardı. O yüzden de İtalyan birliğinin kurucularından Kont Cavour demişti ya; ‘İyi, İtalya’yı kurduk da şimdi sıra İtalyan bulmakta!’ diye.(1860) 

20. asır geldiğinde İtalya hala bir arayış içindeydi. Yeryüzündeki coğrafya çoktan İngiltere ve Fransa arasında paylaşılmıştı. Alplerin hemen kuzeyinde sarışın, iri yapılı adamlar bir şeylerin hazırlığı içindeydi. Rusya Asya üzerinde hakim konumdaydı, okyanus ötesindeki ‘ne idüğü belirsizler’ ülkesi kanlı bir iç savaşın içindeydiler. (1860-65)  

Derken Büyük Savaş (1914-1918) gelmiş çatmıştı. İtalya ‘sacroegoism’ denen bir politika izleyecek ve savaşan taraflara ‘kim daha fazla verirse onun yanında savaşa katılırım!’ diyecekti.  

Talihsiz bir siyasi seçimdi bu. Evet, siyasetin kendisi bir o….puluk işiydi ama kimse de meydanlar çıkıp ben o…punun önde gideniyim demezdi. 

Neticede İtalya Büyük Savaştan hiçbir şey kazanamadan çıkacaktı. Yüzbinlerce evladını muharebe meydanlarında bırakmıştı. Ve şimdi de iflasın eşiğindeydi. 

Benito Mussolini adında bir adam önceleri sıkı bir sosyalist iken, (çoğu sosyalistin yaptığı gibi) Sağ politikaya yaslanmanın ‘duygusal’ yanını keşfetmişti. 

Roma kaos içindeydi, hiçbir hükümet dikiş tutturamıyordu. Ortalık işsiz avare bir sürü tiple doluydu. 

Benito bunları toplayacak, karınlarını doyuracak, üstlerine İtalya’da en çok üretilen siyah renkli kumaşlardan yapılmış gömlekler giydirecek sonra da sokağa salacaktı. 

Şimdi bu arkadaşlara bir de siyasi bir slogan lazımdı ‘lan biz eski Roma’nın çocuklarıyız’ iyi bir işti, bir iki antik Roma sembolünü de alıp bu şarlatanlara monte ettin mi tüm toplum helva gibi olurdu. Olmuştu da! 

‘KARA GÖMLEKLİLER’ deniyordu bu tayfaya, Benito da kendine reis anlamına gelen ‘IL DUCE’ sıfatını benimsemişti. Bu zırzoplar yalnızca ondan emir alacaklar ve o ne derse onu yapacaklardı. 

İtalya bir krallık idi ve devletin başı da kral idi aynı zamanda ordunun da başkomutanıydı. İstese bu çeteyi iki günde dağıtırdı. Kaldı ki ciheti askeriye de aynı şeyi söylüyordu. 

İyi de bu ülkenin bir hükümete ihtiyacı vardı. Hali hazır düzeni koruyacak, ekonomik sorunlarla uğraşacak, halka umut verecek bir siyasi harekete ihtiyaç vardı. Ortada ikinci organize hareket komünistlerdi ki, onlar hiç olacak şey değildi. 

Nasılsa esas devlet kurumları monarşinin kontrolünde, Benito’ya bir şans verelim olmadı değiştiririz diye düşünmüşlerdi. 

Amma velakin ‘IL DUCE’ dünkü çocuk değildi, ülkenin çıkarları adına (İtalya bölünmez, kilise çanları susmaz, dış düşmanlar uyumaz) aşamalı olarak önce basının ağzını iyice kapatacaktı, yargıya egemen olacak, ciheti askeriyeyi ‘silah sanayini geliştireceğim, sana işgal edecek bir sürü ülkeler sunacağım’ diyerek gevşetecek, sonra siyasi partileri bir figüran haline getirip sonra da zaten bir halta yaradıkları yok diye kapatacaktı. Ne meclisin önemi kalmıştı ne diğer kurumların. Adam tek başına ülkeyi idare ediyordu, tüm atamalar onun tarafından yapılıyordu. Kral hepsini imzalıyordu. 

Ancak İtalyan ordusundaki dirayetli generaller bu Kara Gömlekli çeteleri bir tülü saflarına almıyor ve onlara faşistlerin ısrarla talep ettiği askeri eğitimi vermiyordu, ne askeri eğitim veriyordu ne adam gibi silah. Böylece de İtalyan ordusu hala ülkenin bir numaralı silahlı gücü olarak kalmayı başarabilecekti. İkinci Cihan -paylaşım- Savaşının sonuna doğru IL DUCE bir şekilde ordunun ve idarenin başından uzaklaştırılmıştı. Kara Gömlekli arkadaşların gıkı bile çıkamamıştı. 

Ha derseniz ki peki bu günlerde İtalya niye o faşist rejimi özleyen bir idareyi iş başına getirdi. 

Evet getirdi ama artık Kara Gömlekli diye organ yok. Kısaca silahlar, hala yalnızca cumhuriyeti korumak görevi olan ordunun elinde… 

Ne demiştik geçen yazılarımızın birinde; ‘Gökten üç elma düştü.’